Türkiye’deki batık kredi oranı, derin bir finansal ve ekonomik krizle boğuşan Doğu ve Orta Avrupa ülkelerinden bile yüksek çıktı. Uluslararası Para Fonu’nun derlediği verilere göre 2008 yılına ait en son veriler itibarıyla Türkiye’deki batık kredi oranı Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Rusya, Bulgaristan ve Letonya’dan daha yüksek.
Türkiye’deki batık kredi oranı yüzde 3.7 iken, krizle boğuşan ve IMF ile stand-by anlaşması imzalayan Letonya’da batık kredi oranı yüzde 2.2 ile Türkiye’den 1.5 puan daha az. Batık kredi oranı Bulgaristan’da yüzde 2.4, Rusya’da yüzde 2.5 Macaristan’da yüzde 2.9 ve Çek Cumhuriyeti’nde yüzde 3.1 düzeyinde. Üstelik yıl sonunda yüzde 3.7 olan Türkiye’deki batık kredi oranı, 4 ay gibi kısa bir sürede 0.9 puanlık artışla nisan ayında yüzde 4.6’ya çıktı.
Batık kredi oranı Türkiye’den yüksek olan Avrupa ülkeleri ise Romanya, Polonya, Sırbistan ve Hırvatistan. Romanya batık kredi oranında yüzde 9.8 ile büyük fark atıyor. Polonya’daki batık kredi oranı ise yüzde 4.4 düzeyinde.
BATIK ORANI HIZLA YÜKSELİYOR
Türkiye’nin batık kredi karnesi daha da bozulmaya aday gözüküyor. Merkez Bankası, BDDK ve Bankalar Birliği’nin verileri, ekonomik krizin etkisiyle eylül ayından bu yana batık kredi oranlarındaki artışın hızlandığını ortaya koyuyor. Toplam tahsili gecikmiş alacak miktarı, mart ayında 17.15 milyar liraya ulaştı. Bu miktar, 2008 sonuna göre yüzde 22, eylül ayına göre ise yüzde 47.4’lük bir artış anlamına geliyor.
Bankalar ve diğer finans kuruluşlarında batık kredi kartı ve bireysel krediye sahip kişilerin sayısı, mart ayı itibarıyla 1 milyon 174 bin kişiyi aştı. Bunların 1 milyon 80 bin kişisinin borcu bankalara. Batık borç sahibi bireylerin sayısı 2008 sonuna göre yüzde 10.8, eylül ayına göre ise yüzde 28.9 arttı.
Bankaların tüketici kredilerinin yüzde 46’sının aylık geliri bin liranın altında olan kişilere, yüzde 25.6’sının da 1000-2000 lira arası gelire sahip kişilere ait olması, kriz ortamında tüketici kredilerinde ödeme sorunlarının hızla artma ihtimalini güçlendiriyor.
BATIKTA LİDERLİK KREDİ KARTI VE TAŞITTA
Eylül ayında 8.3 milyar TL düzeyinde olan batık firma kredileri, yüzde 40.7’lik bir artışla nisanda 11.7 milyar TL düzeyine çıktı. Aynı dönemde bireysel kredilerdeki batık oranı çok daha hızlı arttı. Bireysel kredilerdeki batık miktarı yüzde 62.8’lik bir artışla 3.6 milyar liradan 5.9 milyar liraya fırladı.
Eylülde yüzde 3.1 düzeyinde olan batık kredi oranı 1.5 puanlık bir artışla nisanda yüzde 4.6’ya çıkarken batık oranı kredi kartlarında yüzde 8.7’yi, taşıt kredilerinde yüzde 8’i buldu. İhtiyaç kredilerindeki batık oranının da yüzde 4’e ulaşması dikkat çekiyor.
KOBİLERDE BATIK DAHA YÜKSEK
Firma kredilerinde nisan itibarıyla batık oranı yüzde 4.5’e çıkarken, KOBİ kredilerindeki batık oranının daha yüksek olması, ekonomik krizden küçük firmaların daha fazla etkilendiğini gösteriyor. KOBİ kredilerinde eylülde yüzde 4.1 olan batık oranı martta yüzde 5.9’a ulaştı.
Batık kredi oranında sektörel olarak ise başı yüzde 11 ile tekstil çekiyor. Tekstili yüzde 5.1 ile tarım ve yüzde 4.8 ile gıda, ticaret ve motorlu araç servis hizmetleri izliyor. Bankalar daha ihtiyatlı yaklaştığından bu sektörlerin toplam firma kredileri içindeki payı da geriliyor. Tekstilin 2008 sonunda yüzde 5.2 olan payı martta yüzde 5’e, gıdanın payı yüzde 5.3’ten 5.1’e geriledi. Batık kredi oranı 0,6 puanlık hızlı bir artışla yüzde yüzde 1.8’e çıkan metal ana sanayiinin kredilerdeki payı ise yüzde 6.1’den yüzde 5.6’ya indi. Kredilerdeki payı azalan sektörlerin hepsinin döviz kredilerindeki payının artması, zordaki sektörlerin risklerinin daha da yükseldiğini gösteriyor.
TÜRKİYE’NİN AVANTAJI AİLELER
Batık kredi oranını, birçok Orta ve Doğu Avrupa ülkesinden daha yüksek olmasına rağmen Türkiye’deki finansal risklerin bu ülkelerden daha düşük olmasının bir nedeni ailelerin borçluluk oranının göreli olarak çok az olması. Ayrıca Doğu Avrupa’da şirketlerin ve ailelerin borçlarının çok büyük bölümü döviz borcu olduğu için risk daha yüksek. Buna karşın Türkiye’de ailelerin döviz borcu daha düşük ama döviz varlıkları daha fazla.
Türkiye’nin bu ülkelere göre ikinci avantajı ise bankacılık sisteminin daha güçlü olması. Türkiye’da bankacılık sistemi sermaye yeterliliği avantajının yanısıra döviz riski ve riskli varlıklardan uzak durmasıyla daha güvenli bir durumda. Doğu Avrupa’daki bankaların mortgage kredileri ve açık pozisyon riskleri çok yüksek düzeyde bulunuyor.
Güncel ekonomik ve sosyal veriler ile ekonomik-sosyal politikalar üzerine bir gazetecinin notları. Sohbet konusu da olur, ders-ödev konusu da...
31 Mayıs 2009 Pazar
30 Mayıs 2009 Cumartesi
Bu kriz 2001'den derin olacak
Ekonomik krize karşı önlem çağrıları başladığında ilk önce “Kriz çığırtkanlığı yapmayın. Kriz bizi teğet geçecek” diyen, krizin sarsıcı sonuçları ortaya çıkınca söylemini “Global bir kriz var, tabii ki etkileniriz, ama biz en az etkilenen ülke olacağız” şeklinde değiştiren Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, şimdi de “Evet kriz var ama durumumuz 2001 krizinden daha iyi” noktasına geldi. Ancak ekonomideki gidiş ve yeni açıklanacak veriler, Başbakan Erdoğan’ı bu sözlerini de unutmak zorunda bırakabilir.
İki dönemin kriz göstergelerini karşılaştırdığımızda, bu defa kriz 2001’dekinden daha hafif olacak diyebilmek çok zor. 2001 krizinin öncesi ve sonrasıyla bütün ekonomik göstergeleri bilinmesine karşın, şimdiki krizin hala başlarında olduğumuz için birçok gösterge tam bir karşılaştırma yapacak kadar olgunlaşmış değil. Mevcut göstergelerin önümüzdeki aylarda daha da kötüleşme ihtimali hiç de düşük değil.
Ekonominin 2001'e göre daha büyük ve sağlam olduğu alanlar var, ancak kırılganlıklarından kurtulmuş değil. 2001 krizini kamunun iç ve dış dengesizlikleri ile bankacılık kesimindeki zayıflıklar ateşlemişti. Şimdiki kriz, özel sektörün dış borçları ve cari açığa dayalı büyüme ile global finansal ve ekonomik daralmaya dayalı olarak gelişiyor.
Bu nedenle kontrol altına alınması 2001 yılına göre daha zor ve karmaşık, buna karşın diğer alanlara yayılma gücü daha yüksek. Şu anda esas olarak reel sektörün finansman ve talep yetersizliği sorunu ile sınırlı gibi gözüken krizin, reel sektörün kredi borçlarını ödeyemez hale gelmesi, vergi ödeyememesi ve işten çıkarmalarla sağlam gözüken bankacılık ve kamu kesimi dengesini de hızla kötüleştirebilir.
Ekonomik göstergeler tek tek 2001 krizindeki durumla karşılaştırıldığında, özellikle sanayi üretimi alanındaki kötüleşmenin daha kötü olduğu, diğer alanlarda da aynı kırılganlıkların sürdüğü gözüküyor.
DIŞ BORÇ YÜKÜ ÖZEL SEKTÖRDE, YÖNETMESİ DAHA ZOR
Şimdiki krizde en büyük risk alanlarından birisini özel sektörün yüksek dış borçları oluşturuyor. 2001 krizi sonrasında dünyadaki fon bolluğu ve içeride izlenen yüksek faiz politikası, özel sektörü dışarıdan borçlanmaya yönlendirdi. Şimdi uluslararası kredi piyasalarında ortaya çıkan aşırı daralma, dış borç yükü 2001'in yaklaşık 5 katına çıkmış bulunan özel sektörün başında Demokles'in kılıcı gibi duruyor. Özel sektörün dış finansman sorunu, kurlar üzerinde de baskı yaratarak hem borç sorununu daha da derinleştirme ihtimali, hem de diğer ekonomik dengeleri de kötüleştirme riski yaratıyor.
2001 krizinde dış borçların üçte ikisinin kamuya ait olması, sorunun tek elden yönetimini mümkün kılıyordu. Şimdi ise dış borçların üçte ikisi özel sektörde. Bu durum dış borç yönetimini çok daha karmaşık, kontrolü zor hale getiriyor.
CARİ AÇIK AZALIYOR AMA KRİZDEN
Ekonominin en temel zaaf noktalarından birisi olan cari açık, sorun olmaya devam ediyor. 2008 sonu verilerine göre cari açığın milli gelire oranı, geçen yıllara göre gerilemiş olmasına rağmen 2001'den daha yüksek. Son dönemde petrol ve doğalgaz fiyatlarındaki düşmenin de etkisiyle ithalat hızla düştüğünden cazi açık azalıyor. Ocak ayında cari işlemler dengesi 52 ay sonra ilk kez fazla verdi. Ancak bu ekonominin çarklarının durması nedeniyle ithalatta çok keskin bir düşüş olmasından kaynaklanıyor.
KAMU KESİMİ DAHA DENGELİ
Merkezi yönetimin iç ve dış borçlarının toplamı dolar bazında ikiye katlanmış olmasına karşın, kamu kesiminin dengeleri daha iyi bir noktada. Bütçe açığı, hem vergi gelirlerine hem de milli gelire oranla düşerken kamunun borç stokunun milli gelire oranı da yarı yarıya geriledi. Bu gelişmeye ve uluslararası konjonktüre de bağlı olarak iç borçlanmada reel faiz düştü, vadeler uzadı.
Bunlar bütçe ve kamu borç stokunun yönetimini daha kolay hale getiriyor. Ancak kırılganlıkları hala süren bütçe dengeleri, reel sektör krizinin etkisiyle hızla bozulma riskiyle de karşı karşıya.
BANKACILIK DAHA İYİ DURUMDA
Bankacılık, hem 2001'deki durumundan hem de şimdi birçok ülkenin bankacılık sektörünün durumundan çok daha iyi durumda. Global piyasaları sarsan zehirli varlıklar, aşırı riskli türev ürünler, sermaye yetersizlikleri gibi sorunlar bulunmuyor. Ancak reel sektördeki krizin kontrol altına alınamaması ve reel sektör-bankacılık ilişkilerinde kırılmaları azaltacak önlemler alınmaması halinde, giderek büyüyen bir batık kredi sorunu ile karşı karşıya kalabilir.
Bu arada 2001'e göre sektörde yabancı banka payının yükselmiş olması, yabancı bankaların kendi ülkelerinde veya global alanda yaşadıkları sorunların, Türkiye'deki bankacılık sektörüne yansıma ihtimalini artırıyor.
KURDA OYNAKLIK POTANSİYELİ YÜKSEK
Reel kur endeksinin 2001 yılı ortalamasının 55 puan üzerinde bulunması, 2008 sonlarında kurlarda görülen hızlı artışa rağmen TL'nin reel olarak çok değerlenmiş olduğunu gösteriyor. Global piyasalardaki belirsizlik ve oynaklıklar ile reel kesimin dış borçları ve dış finansman ihtiyacı birleştiğinde, kurlardaki oynaklık potansiyeli çok artmış bulunuyor. İç ve dış ekonomi aktörlerinin güvenini kazanan net bir kriz yönetim programı olmadan, kurlardaki istikrarsızlık potansiyelinin giderilmesi mümkün gözükmüyor.
Enflasyonun 2001 krizi ile karşılaştırıldığında neredeyse sorun olmaktan çıktığı bile söylenebilir. Ancak enflasyonda son dönemde gözlenen düşüş, krizin etkisiyle iç ve dış talepteki keskin düşüşün bir ürünü.
DIŞ KONJONKTÜR ÇOK KÖTÜ
Yaşadığımız krizin 2001'den en büyük farklarından birisi dış konjonktürün çok bozuk olması. 2001'de Türkiye krize girdiğinde, dünya ekonomisinde büyük bir sorun olmaması ve 2002'den itibaren hızlı bir genişleme yaşaması, Türkiye'nin toparlanmasını kolaylaştırmıştı. İç pazardaki sorunlara rağmen, ihracat ve kolay bulunan dış kaynak, krizin kısa sürmesini sağladı. Şimdi ise dünya ekonomisi, hem finans alanında hem de üretim ve tüketim alanında tarihinin en derin ve yaygın krizlerinden birini yaşıyor. Gelişmeler uzun süre hem dışarıdan kaynak bulmanın, hem de ihracat yapmanın çok zor olacağıın gösteriyor.
Ayrıca globalleşmenin bir sonucu olarak, uluslararası alanda ortaya çıkan her türlü gelişme, Türkiye'yi şiddetle etkileyebiliyor. Bu da ekonomik krizin yönetimini çok daha zor hale getiriyor.
YÖNETİM ZAAFİYETİ VAR, NET BİR PROGRAM ÇIKMADI
2001 krizinde kapsamlı bir ekonomik programın ortaya konarak hızlı hareket etilmesi, krizin kontrol altına alınmasında ve toparlanmanın çabuk olmasında etkili oldu. Kemal Derviş'le anılan bu programı, çeşitli yönleriyle eleştirenler bile, iç ve dış ekonomi aktörlerinin önüne net bir program koyarak hızlı hareket etmenin sonuç verdiğini kabul ediyorlar.
Şimdi ise hükümetin en fazla eleştirildiği nokta, krizi anlama ve müdahale konusunda çok yavaş ve zayıf kalması. Global çalkantının her gün gelen yeni bir haberle kesintisiz sürdüğü bir ortamda, ekonomi aktörleri önlerini görebilmek, ona göre hareket tarzlarını belirleyebilmek için kapsamlı ve bütünlüklü bir ekonomi programına ihtiyaç duyuyorlar.
İki dönemin kriz göstergelerini karşılaştırdığımızda, bu defa kriz 2001’dekinden daha hafif olacak diyebilmek çok zor. 2001 krizinin öncesi ve sonrasıyla bütün ekonomik göstergeleri bilinmesine karşın, şimdiki krizin hala başlarında olduğumuz için birçok gösterge tam bir karşılaştırma yapacak kadar olgunlaşmış değil. Mevcut göstergelerin önümüzdeki aylarda daha da kötüleşme ihtimali hiç de düşük değil.
Ekonominin 2001'e göre daha büyük ve sağlam olduğu alanlar var, ancak kırılganlıklarından kurtulmuş değil. 2001 krizini kamunun iç ve dış dengesizlikleri ile bankacılık kesimindeki zayıflıklar ateşlemişti. Şimdiki kriz, özel sektörün dış borçları ve cari açığa dayalı büyüme ile global finansal ve ekonomik daralmaya dayalı olarak gelişiyor.
Bu nedenle kontrol altına alınması 2001 yılına göre daha zor ve karmaşık, buna karşın diğer alanlara yayılma gücü daha yüksek. Şu anda esas olarak reel sektörün finansman ve talep yetersizliği sorunu ile sınırlı gibi gözüken krizin, reel sektörün kredi borçlarını ödeyemez hale gelmesi, vergi ödeyememesi ve işten çıkarmalarla sağlam gözüken bankacılık ve kamu kesimi dengesini de hızla kötüleştirebilir.
Ekonomik göstergeler tek tek 2001 krizindeki durumla karşılaştırıldığında, özellikle sanayi üretimi alanındaki kötüleşmenin daha kötü olduğu, diğer alanlarda da aynı kırılganlıkların sürdüğü gözüküyor.
DIŞ BORÇ YÜKÜ ÖZEL SEKTÖRDE, YÖNETMESİ DAHA ZOR
Şimdiki krizde en büyük risk alanlarından birisini özel sektörün yüksek dış borçları oluşturuyor. 2001 krizi sonrasında dünyadaki fon bolluğu ve içeride izlenen yüksek faiz politikası, özel sektörü dışarıdan borçlanmaya yönlendirdi. Şimdi uluslararası kredi piyasalarında ortaya çıkan aşırı daralma, dış borç yükü 2001'in yaklaşık 5 katına çıkmış bulunan özel sektörün başında Demokles'in kılıcı gibi duruyor. Özel sektörün dış finansman sorunu, kurlar üzerinde de baskı yaratarak hem borç sorununu daha da derinleştirme ihtimali, hem de diğer ekonomik dengeleri de kötüleştirme riski yaratıyor.
2001 krizinde dış borçların üçte ikisinin kamuya ait olması, sorunun tek elden yönetimini mümkün kılıyordu. Şimdi ise dış borçların üçte ikisi özel sektörde. Bu durum dış borç yönetimini çok daha karmaşık, kontrolü zor hale getiriyor.
CARİ AÇIK AZALIYOR AMA KRİZDEN
Ekonominin en temel zaaf noktalarından birisi olan cari açık, sorun olmaya devam ediyor. 2008 sonu verilerine göre cari açığın milli gelire oranı, geçen yıllara göre gerilemiş olmasına rağmen 2001'den daha yüksek. Son dönemde petrol ve doğalgaz fiyatlarındaki düşmenin de etkisiyle ithalat hızla düştüğünden cazi açık azalıyor. Ocak ayında cari işlemler dengesi 52 ay sonra ilk kez fazla verdi. Ancak bu ekonominin çarklarının durması nedeniyle ithalatta çok keskin bir düşüş olmasından kaynaklanıyor.
KAMU KESİMİ DAHA DENGELİ
Merkezi yönetimin iç ve dış borçlarının toplamı dolar bazında ikiye katlanmış olmasına karşın, kamu kesiminin dengeleri daha iyi bir noktada. Bütçe açığı, hem vergi gelirlerine hem de milli gelire oranla düşerken kamunun borç stokunun milli gelire oranı da yarı yarıya geriledi. Bu gelişmeye ve uluslararası konjonktüre de bağlı olarak iç borçlanmada reel faiz düştü, vadeler uzadı.
Bunlar bütçe ve kamu borç stokunun yönetimini daha kolay hale getiriyor. Ancak kırılganlıkları hala süren bütçe dengeleri, reel sektör krizinin etkisiyle hızla bozulma riskiyle de karşı karşıya.
BANKACILIK DAHA İYİ DURUMDA
Bankacılık, hem 2001'deki durumundan hem de şimdi birçok ülkenin bankacılık sektörünün durumundan çok daha iyi durumda. Global piyasaları sarsan zehirli varlıklar, aşırı riskli türev ürünler, sermaye yetersizlikleri gibi sorunlar bulunmuyor. Ancak reel sektördeki krizin kontrol altına alınamaması ve reel sektör-bankacılık ilişkilerinde kırılmaları azaltacak önlemler alınmaması halinde, giderek büyüyen bir batık kredi sorunu ile karşı karşıya kalabilir.
Bu arada 2001'e göre sektörde yabancı banka payının yükselmiş olması, yabancı bankaların kendi ülkelerinde veya global alanda yaşadıkları sorunların, Türkiye'deki bankacılık sektörüne yansıma ihtimalini artırıyor.
KURDA OYNAKLIK POTANSİYELİ YÜKSEK
Reel kur endeksinin 2001 yılı ortalamasının 55 puan üzerinde bulunması, 2008 sonlarında kurlarda görülen hızlı artışa rağmen TL'nin reel olarak çok değerlenmiş olduğunu gösteriyor. Global piyasalardaki belirsizlik ve oynaklıklar ile reel kesimin dış borçları ve dış finansman ihtiyacı birleştiğinde, kurlardaki oynaklık potansiyeli çok artmış bulunuyor. İç ve dış ekonomi aktörlerinin güvenini kazanan net bir kriz yönetim programı olmadan, kurlardaki istikrarsızlık potansiyelinin giderilmesi mümkün gözükmüyor.
Enflasyonun 2001 krizi ile karşılaştırıldığında neredeyse sorun olmaktan çıktığı bile söylenebilir. Ancak enflasyonda son dönemde gözlenen düşüş, krizin etkisiyle iç ve dış talepteki keskin düşüşün bir ürünü.
DIŞ KONJONKTÜR ÇOK KÖTÜ
Yaşadığımız krizin 2001'den en büyük farklarından birisi dış konjonktürün çok bozuk olması. 2001'de Türkiye krize girdiğinde, dünya ekonomisinde büyük bir sorun olmaması ve 2002'den itibaren hızlı bir genişleme yaşaması, Türkiye'nin toparlanmasını kolaylaştırmıştı. İç pazardaki sorunlara rağmen, ihracat ve kolay bulunan dış kaynak, krizin kısa sürmesini sağladı. Şimdi ise dünya ekonomisi, hem finans alanında hem de üretim ve tüketim alanında tarihinin en derin ve yaygın krizlerinden birini yaşıyor. Gelişmeler uzun süre hem dışarıdan kaynak bulmanın, hem de ihracat yapmanın çok zor olacağıın gösteriyor.
Ayrıca globalleşmenin bir sonucu olarak, uluslararası alanda ortaya çıkan her türlü gelişme, Türkiye'yi şiddetle etkileyebiliyor. Bu da ekonomik krizin yönetimini çok daha zor hale getiriyor.
YÖNETİM ZAAFİYETİ VAR, NET BİR PROGRAM ÇIKMADI
2001 krizinde kapsamlı bir ekonomik programın ortaya konarak hızlı hareket etilmesi, krizin kontrol altına alınmasında ve toparlanmanın çabuk olmasında etkili oldu. Kemal Derviş'le anılan bu programı, çeşitli yönleriyle eleştirenler bile, iç ve dış ekonomi aktörlerinin önüne net bir program koyarak hızlı hareket etmenin sonuç verdiğini kabul ediyorlar.
Şimdi ise hükümetin en fazla eleştirildiği nokta, krizi anlama ve müdahale konusunda çok yavaş ve zayıf kalması. Global çalkantının her gün gelen yeni bir haberle kesintisiz sürdüğü bir ortamda, ekonomi aktörleri önlerini görebilmek, ona göre hareket tarzlarını belirleyebilmek için kapsamlı ve bütünlüklü bir ekonomi programına ihtiyaç duyuyorlar.
16 Mayıs 2009 Cumartesi
İşsizlik freni patlamış TIR gibi
İşsizlik oranı şubat döneminde yüzde 16.1’e çıkarak hiç bir kriz döneminde görülmeyen bir rekor kırdı. İşsiz sayısı 3 milyon 802 bin kişiye ulaşırken tarım dışı işsizlik oranı yüzde 19.8’e, gençler arasındaki işsizlik oranı ise yüzde 28.6’ya yükseldi.
İşsizlik verilerinin şubattaki düzeyi ile bir yıl önceki düzeyi arasında adeta bir uçurum var. Ama veriler bir önceki ayla karşılaştırıldığında kötüleşme hızı, işsizliğin adeta freni patlamış bir TIR gibi kontrolden çıktığını ve önüne geleni ezdiğini ortaya koyuyor.
İşsiz sayısı sadece bir ay içinde 152 bin kişi arttı. Şubat döneminde mevsimsel olarak olumlu yönde bir gelişme olması gerekirken, ocak dönemine göre işsizlik oranı 0.6 puan, tarım dışı işsizlik oranı 0.8 puan, gençler arasındaki işsizlik oranı da 0.7 puan yükseldi. İstihdam da ocak dönemine göre 94 bin kişi azalarak 19 milyon 799 bin kişiye düştü. Mevcut işsizlerin 457 bin kişi ile yüzde 12’si ocak-şubat-mart döneminde işini kaybetti.
İSTİHDAM GEÇEN YILIN ALTINDA
Bir işte çalışanların sayısı bir yıl öncesinin bile 85 bin kişi altına düştü. İstihdamdaki bir aylık azalma, yıllık azalmadan 9 bin kişi daha fazla. Bu durum işsizlik göstergelerinde sadece bir ay içinde meydana gelen bozulmanın ne kadar keskin olduğunu ortaya koyuyor.
İşsiz sayısı bir yıl öncesine göre 1 milyon 125 bin kişi ve yüzde 42 arttı. Böylece işsizlik oranı da bir yıl öncesine göre 4.2 puan arttı. Bir yıl öncesine göre tarım dışı işsizlik oranı 5.6 puan, gençler arasındaki işsizlik oranı ise 7.1 puan yükseldi.
Mevcut işsizlerin üçte birinden fazlasını, ekonomik krizin etkisiyle işini kaybedenler oluşturuyor. İşsizlerin yüzde 24.9’unu işten çıkartılanlar, yüzde 9.5’ini de işyerini kapatan veya iflas edenler oluşturuyor. Bu iki grubun toplamı yüzde 34.4’e ulaşıyor.
İşsizlerin yüzde 30.5’ini çalıştığı iş geçici olup işi sona erenler, yüzde 11.9’unu kendi isteğiyle işten ayrılanlar, yüzde 7.1’ini ev işleriyle uğraşanlar ve yüzde 6.4’ünü de yeni mezunlar veya öğrenimine devam edenler oluşturuyor.
Kayıtdışı çalışanların oranı geçen yıla göre 0.5 puan azalarak yüzde 40.8’e geriledi. İşten çıkarmaların öncelikle sigortasız çalıştırılanları etkilediği görülüyor.
Artan işsizlik, işgücüne katılımı da yükselten bir etki yaratıyor. İşini kaybedenlerin ailelerinde, daha önce iş aramadıkları için işgücü içinde sayılmayan gizli işsizler de iş aramaya başlıyor. Böylece toplam işgücü sayısı artıyor. İşgücüne dahil olanlar bir ayda 59 bin kişi, bir yılda 1 milyon 41 bin kişi artarak 23 milyon 582 bin kişiye çıktı. Böylece işgücüne katılma oranı geçen yıla göre 1.3 puan artarak yüzde 45.9’a yükseldi. Buna karşın iş gücüne dahil olmayan nüfus, son bir ay içinde içinde 21 kişi, bir yıl içinde ise 181 bin kişi azaldı.
İŞVEREN KADINLAR ARTIYOR
Ekonomik kriz bir yandan daha önce bir işte çalışmayan kadınları da iş aramaya yönelterek işgücünün artmasına yol açarken, kendi işini kuran kadın sayısında da artışa neden oluyor. Bir yıl öncesine göre işgücüne katılma oranı, erkeklerde 1 puan artarken kadınlarda 1.5 puan artarak yüzde 23.5’e çıktı. Kentlerde kadınların işgücüne katılım oranındaki artış, erkekleri ikiye katlayarak 1.6 puan oldu ve katılım oranı yüzde 21.3’e çıktı.
Şubat döneminde ocak dönemine göre çalışan kadın sayısı, 16 bin azalırken işsiz sayısı 36 bin arttı. Bir yıl öncesine göre ise kadın istihdamı 219 bin kişi artarken, işsiz sayısı 279 bin kişi arttı.
Son bir yılda ücretli çalışan kadın sayısı 72 bin azalırken kendi hesabına çalışan kadınlar 116 bin kişi, işveren olan kadınların sayısı ise 20 bin kişi arttı. Bu eğilim kendini son bir ayda da gösterdi. Ücretli çalışan kadın sayısında 82 bin kişilik bir düşüş olmasına karşın, kendi hesabına çalışan kadınların sayısı bir ay içinde 31 bin kişi arttı. Bu artışın 22 bini nüfusu 20 binin üzerinde olan kentlerde gerçekleşti.
KÖYE DÖNÜŞ HIZLANIYOR
Kriz köye dönüş eğilimini hızlandırıyor. Köy nüfusu genelde kentlerin yarısından az olmasına karşın son dönemde köylerdeki nüfus artışı kentleri yakalamış durumda. Bu da işsizlik yüzünden kentten köye dönüş olduğunu gösteriyor. Son bir ayda kent nüfusu 34 bin artarken kır nüfusu 36 bin arttı. Kırdaki nüfus artışında erkeklerin daha fazla olması da kentten köye dönüş tesbitini destekliyor.
Kırda istihdam edilenlerin sayısı bir ay öncesine göre 8 bin kişi artarken, kentlerde 101 bin kişi azaldı. Bir yıl öncesine göre kırdaki istihdam 125 bin kişi artarken kentlerde 208 bin kişi azaldı. Son bir ayda kentlerde işsiz sayısı 142 bin kişi artarken, kırdaki işsiz artışı 10 binde kaldı.
EN AĞIR HASAR İMALAT VE HİZMETTE
Krizin istihdamda en ağır yaraya açtığı sektörler, imalat sanayii ile hizmetler oldu. Şubat döneminde, ocak dönemine göre istihdam Türkiye çapında 94 bin kişi azalırken, imalat sanayiindeki düşüş 70 bin, ticaret ile otel ve lokanta işletmeciliğinde 85 bin, sosyal ve kişisel hizmetler alanında 40 bin kişi oldu.
İmalat sanayiindeki yıllık istihdam düşüşü 324 bini buldu. Yıllık olarak istihdam, madencilikte 27 bin, inşaatta 55 bin, ticaret ve otel-lokanta işletmeciliğinde 51 bin kişi azaldı.
Buna karşın tarımda istihdam bir ayda 49 bin kişi arttı. Tarımdaki artış, sadece mevsimsel nedenlerden kaynaklanmadı ve tarım istihdamındaki yıllık artış 206 bin kişiyi buldu.
İşsizlik verilerinin şubattaki düzeyi ile bir yıl önceki düzeyi arasında adeta bir uçurum var. Ama veriler bir önceki ayla karşılaştırıldığında kötüleşme hızı, işsizliğin adeta freni patlamış bir TIR gibi kontrolden çıktığını ve önüne geleni ezdiğini ortaya koyuyor.
İşsiz sayısı sadece bir ay içinde 152 bin kişi arttı. Şubat döneminde mevsimsel olarak olumlu yönde bir gelişme olması gerekirken, ocak dönemine göre işsizlik oranı 0.6 puan, tarım dışı işsizlik oranı 0.8 puan, gençler arasındaki işsizlik oranı da 0.7 puan yükseldi. İstihdam da ocak dönemine göre 94 bin kişi azalarak 19 milyon 799 bin kişiye düştü. Mevcut işsizlerin 457 bin kişi ile yüzde 12’si ocak-şubat-mart döneminde işini kaybetti.
İSTİHDAM GEÇEN YILIN ALTINDA
Bir işte çalışanların sayısı bir yıl öncesinin bile 85 bin kişi altına düştü. İstihdamdaki bir aylık azalma, yıllık azalmadan 9 bin kişi daha fazla. Bu durum işsizlik göstergelerinde sadece bir ay içinde meydana gelen bozulmanın ne kadar keskin olduğunu ortaya koyuyor.
İşsiz sayısı bir yıl öncesine göre 1 milyon 125 bin kişi ve yüzde 42 arttı. Böylece işsizlik oranı da bir yıl öncesine göre 4.2 puan arttı. Bir yıl öncesine göre tarım dışı işsizlik oranı 5.6 puan, gençler arasındaki işsizlik oranı ise 7.1 puan yükseldi.
Mevcut işsizlerin üçte birinden fazlasını, ekonomik krizin etkisiyle işini kaybedenler oluşturuyor. İşsizlerin yüzde 24.9’unu işten çıkartılanlar, yüzde 9.5’ini de işyerini kapatan veya iflas edenler oluşturuyor. Bu iki grubun toplamı yüzde 34.4’e ulaşıyor.
İşsizlerin yüzde 30.5’ini çalıştığı iş geçici olup işi sona erenler, yüzde 11.9’unu kendi isteğiyle işten ayrılanlar, yüzde 7.1’ini ev işleriyle uğraşanlar ve yüzde 6.4’ünü de yeni mezunlar veya öğrenimine devam edenler oluşturuyor.
Kayıtdışı çalışanların oranı geçen yıla göre 0.5 puan azalarak yüzde 40.8’e geriledi. İşten çıkarmaların öncelikle sigortasız çalıştırılanları etkilediği görülüyor.
Artan işsizlik, işgücüne katılımı da yükselten bir etki yaratıyor. İşini kaybedenlerin ailelerinde, daha önce iş aramadıkları için işgücü içinde sayılmayan gizli işsizler de iş aramaya başlıyor. Böylece toplam işgücü sayısı artıyor. İşgücüne dahil olanlar bir ayda 59 bin kişi, bir yılda 1 milyon 41 bin kişi artarak 23 milyon 582 bin kişiye çıktı. Böylece işgücüne katılma oranı geçen yıla göre 1.3 puan artarak yüzde 45.9’a yükseldi. Buna karşın iş gücüne dahil olmayan nüfus, son bir ay içinde içinde 21 kişi, bir yıl içinde ise 181 bin kişi azaldı.
İŞVEREN KADINLAR ARTIYOR
Ekonomik kriz bir yandan daha önce bir işte çalışmayan kadınları da iş aramaya yönelterek işgücünün artmasına yol açarken, kendi işini kuran kadın sayısında da artışa neden oluyor. Bir yıl öncesine göre işgücüne katılma oranı, erkeklerde 1 puan artarken kadınlarda 1.5 puan artarak yüzde 23.5’e çıktı. Kentlerde kadınların işgücüne katılım oranındaki artış, erkekleri ikiye katlayarak 1.6 puan oldu ve katılım oranı yüzde 21.3’e çıktı.
Şubat döneminde ocak dönemine göre çalışan kadın sayısı, 16 bin azalırken işsiz sayısı 36 bin arttı. Bir yıl öncesine göre ise kadın istihdamı 219 bin kişi artarken, işsiz sayısı 279 bin kişi arttı.
Son bir yılda ücretli çalışan kadın sayısı 72 bin azalırken kendi hesabına çalışan kadınlar 116 bin kişi, işveren olan kadınların sayısı ise 20 bin kişi arttı. Bu eğilim kendini son bir ayda da gösterdi. Ücretli çalışan kadın sayısında 82 bin kişilik bir düşüş olmasına karşın, kendi hesabına çalışan kadınların sayısı bir ay içinde 31 bin kişi arttı. Bu artışın 22 bini nüfusu 20 binin üzerinde olan kentlerde gerçekleşti.
KÖYE DÖNÜŞ HIZLANIYOR
Kriz köye dönüş eğilimini hızlandırıyor. Köy nüfusu genelde kentlerin yarısından az olmasına karşın son dönemde köylerdeki nüfus artışı kentleri yakalamış durumda. Bu da işsizlik yüzünden kentten köye dönüş olduğunu gösteriyor. Son bir ayda kent nüfusu 34 bin artarken kır nüfusu 36 bin arttı. Kırdaki nüfus artışında erkeklerin daha fazla olması da kentten köye dönüş tesbitini destekliyor.
Kırda istihdam edilenlerin sayısı bir ay öncesine göre 8 bin kişi artarken, kentlerde 101 bin kişi azaldı. Bir yıl öncesine göre kırdaki istihdam 125 bin kişi artarken kentlerde 208 bin kişi azaldı. Son bir ayda kentlerde işsiz sayısı 142 bin kişi artarken, kırdaki işsiz artışı 10 binde kaldı.
EN AĞIR HASAR İMALAT VE HİZMETTE
Krizin istihdamda en ağır yaraya açtığı sektörler, imalat sanayii ile hizmetler oldu. Şubat döneminde, ocak dönemine göre istihdam Türkiye çapında 94 bin kişi azalırken, imalat sanayiindeki düşüş 70 bin, ticaret ile otel ve lokanta işletmeciliğinde 85 bin, sosyal ve kişisel hizmetler alanında 40 bin kişi oldu.
İmalat sanayiindeki yıllık istihdam düşüşü 324 bini buldu. Yıllık olarak istihdam, madencilikte 27 bin, inşaatta 55 bin, ticaret ve otel-lokanta işletmeciliğinde 51 bin kişi azaldı.
Buna karşın tarımda istihdam bir ayda 49 bin kişi arttı. Tarımdaki artış, sadece mevsimsel nedenlerden kaynaklanmadı ve tarım istihdamındaki yıllık artış 206 bin kişiyi buldu.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)