28 Haziran 2010 Pazartesi

Futboldan çıkartılacak ekonomi dersleri

 
Dünya Kupası başlarken birçok uluslararası ekonomik araştırma kuruluşu, ekonomilerinden hareketle ülkelerin futboldaki başarılarını hesaplamaya ve kupayı hangi ülkenin kazanacağını tahmin etmeye yönelik raporlar yayınladılar. Ekonomiden hareketle futbola dair sonuçlar çıkarmak yerine, bunun tam tersini yapsak ve futboldan hareketle ekonomiye ilişkin sonuçlar çıkartmaya çalışsak ne olurdu?
Ekonomi de futbol gibi kendi kuralları olmasına karşın, rakibe, sahaya ve oyuncuların özelliklerine göre farklı yorumlanarak uygulanan ve buna göre de farklı farklı sonuçların ortaya çıkabildiği bir alan. Böyle benzerlikler olduğuna göre, futboldan ekonomi için dersler çıkarmak reddedilecek bir şey gibi gözükmüyor. Üstelik oynadığın oyuna göre 90 dakika içinde ya batıyor, ya çıkıyorsan, futbolun derslerini ciddiye almakta yarar var.

TOP HIZLANINCA FUTBOL NASIL DEĞİŞTİ?

Teknolojik gelişmeler futbol topunun sürtünmesini azaltarak topun hareketini hızlandırdı. Topun hızlanması, ilk bakışta oyunun da hızlanacağı ve maçların daha zevkli hale geleceği beklentisi yarattı. Ancak 90 dakikalık maçın bir ölüm-kalım savaşı olmasını dikkate alan futbol adamları, futbolda savunma uygulamalarının ağırlığını artırmayı tercih ettiler.
Kapalı savunma ağırlık kazanınca, bireysel yetenekleri güçlü golcülerin yerini, en önemli özelliği hızlı koşması olan atletik oyuncular almaya başladı. Hızlı atakları kesmek için fauller ve sertlikler oyunun parçası haline geldi. Kapalı savunmaya dayalı oyunun getirdiği gol kısırlığı, duran toptan gol arayışlarını öne çıkardı. Futbolcuların bireysel yeteneklerinin önemi azalırken, sistem, taktik ve oyun disiplininin önemi, buna bağlı olarak da teknik yönetimin rolü arttı.

PARA HIZLANINCA EKONOMİYE NE OLDU?

Tıpkı teknoloji ile FIFA’nın topu hızlandırması gibi, gelişen bilişim teknolojisi ile deregülasyonlar da dünyada paranın hızını artırdı. Sıcak para, ışık hızıyla ülkeden ülkeye akmaya ve değişik türev ürünler adı altında kılıktan kılığa girmeye başladı. Paranın hızla gelip, hızla gitmeye başlaması karşısında, bu parayı çekmek ve geri kaçmasını önlemek isteyenler, çözümü tıpkı futbolda olduğu gibi faulleri artırmakta buldular. Yunanistan gibi bazı ülkeler şişen borçlarını gizlemeye, dev yatırım bankaları aslında batık olan fonlarını bilanço oyunlarıyla gizlemeye başladılar.
Global finans sistemi, 90 dakikalık her maçı bir ölüm-kalım savaşı olarak görmek zorunda olan ve bu yüzden önceliği güvenliğe veren teknik direktörler gibi davranmadığı için, tarihin en büyük ekonomik krizlerinden birisinin içine düştük. Ancak böyle bir yıkımdan sonradır ki ekonomi yönetimleri, teknik direktörler gibi düşünme eğilimine girdiler. Şu ana kadar bu yöndeki adımlar, büyük ölçüde budanarak da olsa finans sisteminde gözetim ve denetimin güçlendirildiği daha kurallı bir yapının kurulması, en azından tartışma gündemine girmiş bulunuyor.
IMF bile artık sermaye kontrollerinin gerekliliğinden bahsediyor. Brezilya, Endonezya, Güney Kore sıcak parayı frenlemek için sermaye kontrollerini başlatmış durumda. IMF’nin 4. Madde değerlendirmesinde dolaylı olarak Türkiye için en büyük tehdidin, cari açığı körükleyecek sıcak para artışı olduğunu belirtmesi de bizim için bir alarm özelliğini taşıyor.

25 Haziran 2010 Cuma

Krizde işsizlik, en fazla sanayi üssü kentlerde arttı



·  TÜİK’in açıkladığı il bazında istihdam verileri, 2009 krizinin en fazla sanayi kentlerini sarstığı ortaya serdi. İşsiz sayısı ve işsizlik oranı artışında da, istihdam kaybında da sanayi odaklı iller başı çekiyor.

·  İşsizlik oranının yüksek olduğu ve işsiz sayısının en fazla arttığı illerin çoğunda, 2009 yılında mevduat artışının Türkiye ortalamasının ciddi ölçüde üzerine çıkması, krizin gelir dağılımını da bozduğuna işaret ediyor.

2009 krizinin en büyük tahribatı, sanayi üssü olan kentlerde yarattığı, il bazındaki istihdam verileri ile bir kez daha ortaya çıktı. 2009 yılına ilişkin il bazındaki istihdam verileri, işsizliğin en çok sanayi odaklı illerde arttığını gözler önüne serdi. İşsiz sayısının ve işsizliğin en fazla arttığı illerin çoğunda mevduat artışının Türkiye ortalamasının üzerine çıkması, krizin aynı zamanda gelir dağılımını da bozduğunu ve krizin faturasının esas olarak çalışan kesimin üzerine yıkıldığını gösterdi.
2009 yılında işsizlik oranı 6 puan birden artan Adana, yüzde 26.5 işsizlik oranı ile işsizliğin en yüksek olduğu il oldu. Adana’daki işsiz sayısı bir yılda yüzde 42.06 oranında arttı.  İşsizlik oranı en fazla artan il, işsizlik oranı 8.2 puan artarak yüzde 19.3’e çıkan Kırıkkale oldu. İşsizlik oranı en fazla artan ilk 10 il arasında İstanbul, Kocaeli, Eskişehir, Yalova, Mersin ve Kırşehir gibi sanayi merkezlerinin yer alması dikkat çekiyor.

KIRIKKALE’DE İŞSİZ SAYISI İKİYE KATLANDI

İşsiz sayısı en fazla artan iller arasında da sanayi istihdamı ile öne çıkan iller yer alıyor. İşsiz sayısı oransal olarak en fazla artan illerin başını yüzde 102 ile Kırıkkale çekiyor. Aksaray, Niğde, Yalova, Eskişehir ve İstanbul, işsiz sayısı en fazla artan ilk 10 il arasında yer alıyorlar. İstihdam sayısı en fazla düşenler arasında Adıyaman yüzde 9.87 ile başı çekiyor ve . Eskişehir ve İstanbul gibi sanayi merkezleri de ilk 10 içinde yer alıyor.
İşsizlik oranı sıralamasındaki yeri 2008 yılına göre en fazla kötüleşen iller arasında da sanayi ağırlıklı iller önemli yer tutuyor. En yüksek işsizlik oranında 2008’de 32. sırada bulunan Kırıkkale, 2009’da 27 basamak birden sıçrayarak  5. sıraya yükseldi. Eskişehir 18 basamak yükselerek 24. sıraya, İstanbul 14 basamak yükselerek 17. sıraya, Yalova 13 basamak yükselerek 11. sıraya ve Kocaeli 13 basamak yükselerek 14. sıraya yükseldi.

GELİR DAĞILIMI BOZULDU

İşsizlik oranı en yüksek, işsizlik oranı ve işsiz sayısı en fazla artan, istihdam oranı ve istihdam sayısı en çok düşen iller olan  Eskişehir, Mersin, Adıyaman, Diyarbakır, Hakkari, Kırıkkale, Tunceli, Elazığ, Adıyaman, Bingöl, Iğdır, Sinop, Ağrı,  Kırşehir ve Sivas’ta mevduat artışı Türkiye ortalamasının çok üzerine çıktı. Bu çelişki, krizin gelir dağılımını da bozduğuna işaret ediyor.

GERÇEK İŞSİZLİKTE ŞIRNAK BİRİNCİ

TÜİK’in işsizlik oranı çalışmadığı halde iş aramayanları kapsamadığı için gerçek işsizlik düzeyini istihdam oranı daha doğru yansıtıyor. Buna göre işsizlik oranı en yüksek il olan Şırnak’ta çalışma çağındakilerin sadece yüzde 25.5’i bir işe sahip. Bunu yüzde 25.9 ile Siirt ve yüzde 26 ile diyarbakır izliyor. TÜİK’in işsizlik oranı hesabına göre ise ilk üç il Adana yüzde 26.5, Diyarbakır yüzde 20.6 ve Hakkari yüzde 19.7 olarak sıralanıyor.

KARADENİZ İSTİHDAM CENNETİ

TÜİK’in hesabına göre Doğu Karadeniz bir istihdam cenneti. İstihdam oranının ve işsizlik oranının en düşük olduğu illerin çoğu bu bölgede toplanıyor. Nüfusunun yüzde 30.7’si Yeşil Kart’a muhtaç olan Ardahan, şaşırtıcı bir şekilde yüzde 4.2 ile işsizlik oranının en düşük olduğu il durumunda. Ardahan yüzde 58 istihdam oranı ile de 4. sırada yer alıyor. Karadeniz ve Kuzeydoğu Anadolu’da yer alan Rize, Artvin, Gümüşhane, Ardahan, Bayburt, Ordu, Trabzon ve Giresun istihdamın en yüksek olduğu 10 il arasında yer alıyor.

KAPADOKYA’DA ÇALIŞMAK İSTEYEN ARTTI

İşgücüne katılım oranının en fazla arttığı illerin birbirine komşu Aksaray, Niğde ve Nevşehir olması dikkat çekti. işgücüne katılım oranı Aksaray’da 8.3 puan, Nevşelir’de 7.2 puan ve Niğde’de 6.5 puan arttı. Buna bağlı olarak Aksaray’da istihdam artışına rağmen işsiz sayısı ve işsizlik oranı arttı. Niğde’de istihdam oranı 3.9, işsizlik oranı 4.5 puan arttı. Aksaray’da istihdam oranı 6 puan, işsizlik 3.1 puan arttı.

21 Haziran 2010 Pazartesi

Çin’in yuan operasyonu neyi değiştirecek?


Çin, geçen hafta başta ABD olmak üzere tüm G-20 üyesi ülkelere “postasını koydu” ve “Paramızın değeri bizim işimiz, sizi ilgilendirmez. Zirve toplantısında paramızın değerinin tartışılmasını kabul etmeyiz” dedi. Bu açıklamanın daha mürekkebi kurumadan da dolara bağlı “sabit kur” rejimini kaldırıp “yönetilen dalgalı kur” sistemine geçeceğini ilan etti. Çin 2005-2008 yılları arasında uyguladığı sisteme geri dönüyor. Yuan’ın değeri artık dolara karşı değil, bir döviz sepetine karşı sabit olacak. Yuan’ın değeri bu sepete göre belirlenecek ve gün içinde bunun en fazla binde 5 altına inmesine veya üzerine çıkmasına izin verilecek.
Çin’in açıklaması, başta ABD olmak üzere diğer üyeler ve IMF tarafından alkışlarla karşılandı. Çin’in artık yuan’ın değerini artıracağı, bunun da ihracatını azaltıp, ithalatını artırarak dünya ekonomisine nefes aldıracağı şeklinde değerlendirmeler yapıldı. Ancak gerçek durum, yuan kararı üzerine büyük hayaller kurmanın yersiz olduğunu gösteriyor.

OBAMA’YI KURTARIR, ABD’Yİ KURTARAMAZ

Çin’in yeni döviz kuru rejiminin olası etkileri ve neleri değiştirip, neleri değiştiremeyeceği şöyle özetlenebilir:

G-20 ZİRVESİ: Toronto’daki liderler zirvesi için Güney Kore’de yapılan hazırlık taplantısı başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Şimdi liderler zirvesi, “global dengesizlikleri giderme yolunda ilerleme sağladık” diye görüntüyü kurtarma şansı elde edecek.

OBAMA: Obama yönetiminin bu zirveden dört temel beklentisi vardı: Ekonomiyi canlandırma desteklerinin sürdürülmesi, bankalara global vergi getirilmesini kapsayan finansal reformlar, Almanya, Japonya vc Çin’in iç talebi canlandırmaları ve Çin’in parasının değerini artırması. Çin’in bu adımı ile, Obama zirveden eli tamamen boş dönmekten kurtulacak ve iç kamuoyundan gelen baskıları biraz hafifletecek.

YUAN’IN DEĞERİ:  Çin, “Yuan’ın değerinde geniş çaplı bir artışın zemini kalmadı” diyerek, yeni rejime bir revalüasyonla başlama yolunu baştan kapattı. Çin’in yuan’ın değerini yavaş bir tempoda artırması bekleniyor. Çin’in yuan’ın hızla değer kazanmasını izin vermeyeceği açık. Hızlı bir artış, Çin’de iflaslar ve işsizlik dalgası gibi, global ekonomiyi sarsacak tam tersi sonuçlar doğurabilir. Piyada yapılan analizlere göre yuan 3 ayda en çok yüzde 2, ilk 6 ayda yüzde 3 ve 1 yılda yüzde 5-6 kadar değerlenebilir. Bu arada euro’nun değeri fazla düştüğü durumlarda, yuan’ın dolar karşısındaki değerinin düştüğünü görmek de sürpriz olmaz.

GLOBAL DENGESİZLİKLER:  Yuan’ın değerlenmesi, global dengesizlikleri çözmez, çünkü sorunun temel kaynağı yuan değil. Çin’in dev bir ticaret fazlası, ABD’nin de dev bir ticaret açığı var. Bu da global dengesizlik olarak tarif ediliyor. Çin’in ABD karşısında 150 milyar doları bulan bir ticaret fazlası var. Oysa ABD hariç tutulduğunda Çin’in G-20 ülkeleri ve AB’nin tamamı ile dış ticareti dengede. Yuan’ın değerinin artması, ABD’nin sorununu çözmez. Çünkü, Çin’den ithal ettiği ayakkabı, giysi, oyuncak ve elektronik eşyayı, zaten ABD kendisi üretmiyor. Bunları Çin’den almazsa, başka ülkelerden alacak ve ticaret açığı bu ülkelere kayacak. Bu dengesizliğin asıl nedeni, ABD’nin milli gelirinin yüzde 2.5’ini bulan tasarruf açığı, yani ABD’nin kazandığından fazlasını harcama alışkınlığı. Bunu çözmek için de başkalarının parasının değeriyle oynamak yerine vergileri ve faizleri artırması gerekiyor.

19 Haziran 2010 Cumartesi

2009 ekonomik krizi, aile kurumunu teğet geçmedi

·                           Kriz yılında boşanmalardaki artış hızı önceki yıllara göre katlanırken, evliliklerde de önceki yılların çok üzerinde bir düşüş yaşandı. 2009’da evlilikler yüzde 7.8 azalırken boşanmalardaki artış sıçrama yaparak yüzde 5.8’den yüzde 14.5’e fırladı.

·                           Boşanma sayısının yeni evlilik sayısına oranı da hızlı bir artışla yüzde 15.5’ten yüzde 19.3’e çıktı

 Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) dün yayınladığı 2009 yılı evlenme ve boşanma istatistikleri, 2009’da yaşanan ekonomik krizin aile kurumunda derin sarsıntılar yarattığını gözler önüne serdi. Kriz yılında boşanmalar patlama yaparken, evlenmelerde ciddi bir düşüş yaşandı. Kriz yılında evlenmelerdeki artış durmakla kalmadı, tersine yüzde 7.8 oranında düştü. Krizin asıl etkisi boşanmalarda kendisini gösterdi ve boşanmalar adeta patlama yaparak yüzde 14.5 arttı.
TÜİK’in verilerine göre 2009 yılında boşanmalarda yaüşanan artış, daha önceki yıllar ile karşılaştırılamayacak kadar yüksek oldu. 2001-2009 yıllarını kapsayan verilere göre daha önceki yıllarda boşanma sayısındaki en yüksek artış yüzde 5.8 ile 2008 ve yüzde 5.4 ile 2005 yıllarında gerçekleşti. Boşanmalardaki artışın bir yıl içinde yüzde 5.8’den yüzde 14.5’e fırlaması, kültürel değişimle açıklanamayacak kadar hızlı bir değişim. Artan işsizlik ve geçim sıkıntısının aile içinde huzursuzluk ve geçimsizlikleri ciddi ölçüde artırdığı anlaşılıyor.
Evlilik sayısında da daha önce görülmemiş bir düşüş yaşanması da, sorunun kaynağının ekonomik kriz olduğunu gösteriyor. Evlilikte daha önceki düşüş, yüzde 6.3 ile 2001 krizinin hemen sonrasındaki 2002 yılında meydana gelmişti.
2009 yılında yılında yayşanan ekonomik kriz, ekonominin yüzde 4.7 küçülmesine yol açarken işsizlik oranının 3 puanlık bir sıçrama ile yüzde 14’e çıkmasına neden oldu.

DOĞU VE İŞÇİ KENTLERİ DAHA ÇOK ETKİLENDİ

Boşanmaların en fazla, arttığı ve evliliklerin en fazla azaldığı yerlerin başını Doğu Anadolu kentleri çekiyor. Orta ve batı bölgelerinde ise işçi kentlerinin daha fazla etkilendiği gözleniyor. Boşanmaların en fazla arttığı illerin başını yüzde 48.5 ile Van çekiyor. Van’ı Bartın ile Bitlis izliyor. İşçi nüfusunun göreli olarak daha yüksek olduğu Karaman, Karabük, Antalya, Sakarya, Tekirdağ, Adıyaman gibi iller de boşanma oranının yüksek olduğu iller arasında yer alıyor.
Evlilik sayısındaki düşüş açısından da benzer bir manzara gözleniyor. Evlilik sayısındaki düşüşte yüzde 23.3 ile Bayburt başı çekiyor. Burdur, Kırşehir, Yozgat, Denizli, Osmaniye, Bilecik, Kahramanmaraş, Aksaray gibi orta ölçekli sanayi işletmelerinin etkili olduğu kentler de evlilik düşüşünde ilk sıralarde yer alıyor.

Ekonomik kriz evlenmekten vaz geçirdi, boşanmaları patlattı
(%)
2002
2003
2004
2005
2006
2007
2008
2009
Boşanma sayısındaki değişim
3.6
-2.8
-1.7
5.4
-2.5
0.8
5.8
14.5
Evlenme sayısındaki değişim
-6.3
10.8
8.8
4.2
-0.8
0.3
0.6
-7.8
İşsizlik oranı
10.3
10.5
10.8
10.6
10.2
10.3
11.0
14.0
Büyüme hızı
6.2
5.3
9.4
8.4
6.9
4.7
0.7
-4.7

Sıra
Boşanmanın en fazla arttığı iller
Evlenmenin en çok azaldığı iller
İl
2008'e göre değişim
İl
2008'e göre değişim
1
Van
48.45%
Bayburt
-23.30%
2
Bartın
45.53%
Ardahan
-18.77%
3
Bitlis
44.74%
Kars
-17.78%
4
Nevşehir
41.74%
Burdur
-15.30%
5
Siirt
40.91%
Kırşehir
-14.83%
6
Karaman
39.41%
Sinop
-14.62%
7
Erzincan
29.58%
Muş
-14.41%
8
Karabük
27.66%
Sivas
-14.10%
9
Rize
27.14%
Yozgat
-14.03%
10
Antalya
24.71%
Denizli
-13.43%
11
Sakarya
24.17%
Kastamonu
-13.14%
12
Tekirdağ
23.60%
Osmaniye
-12.99%
13
Trabzon
23.37%
Erzincan
-12.91%
14
Hakkari
23.33%
Artvin
-12.80%
15
Kastamonu
21.67%
Nevşehir
-12.67%
16
Batman
21.43%
Bilecik
-12.50%
17
Edirne
21.24%
Trabzon
-12.48%
18
Adıyaman
20.86%
Kahramanmaraş
-12.15%
19
Erzurum
20.41%
Aksaray
-11.74%
20
Ardahan
20.41%
Elazığ
-11.55%


14 Haziran 2010 Pazartesi

“MEFTA” ekonomimize can katabilir mi?


Geçtiğimiz hafta ekonomi gündemimize, somut olarak neyi değiştireceği belli olmayan bir tartışma konusu daha eklendi. İstanbul’da yapılan Türk-Arap İşbirliği Forumu Dışişleri Bakanları toplantısında Suriye, Ürdün ve Lübnan ile Türkiye arasında serbest vize, serbest ticaretin geçerli olduğu bir ekonomik işbirliği alanı oluşturulması için bir ortak siyasi bildirge imzalandı. Türkiye dışındaki üç ülkenin ticaret hacmi ve ekonomik büyüklüğünün etkin bir proje için yetersiz kalacağı açık olduğundan, işbirliğine ileride Irak, Mısır ve Suudi Arabistan’ın da katılmasının arzulandığı söylendi. Bu işbirliğine verilebilecek en uygun isim, “Ortadoğu Serbest Ticaret Birliği” (Middle East Free Trade Association), kısacası “MEFTA” olabilir.
Büyük bir heyecanla masaya konan “MEFTA”, basında hemen “Avrupa Birliği’ne alternatif olabilir mi?”, “Eksen kaymasının yeni bir işareti mi?” gibi tartışmalara yol açtı. “MEFTA”nın AB’ye alternatif olamayacağı tartışma götürmeyecek kadar açık. Kendisinin ne kadar can bulacağı bile belli olmayan “MEFTA”nın “eksen kayması” yaratması da imkansız. “MEFTA”ya yapılacak küçük bir otopsi bile bunları ortaya koyuyor.

“MEFTA”NIN OTOPSİ SONUÇLARI

İlk olarak Türkiye’nin ikili serbest ticaret anlaşmalarının ötesine geçerek, Gümrük Birliği anlaşmasının sınırlarını zorlayan birlikler oluşturması mümkün değil. “MEFTA”nın nihai sınırlarını son noktada yine AB çizecektir.
İkincisi sözkonusu üç ülke, Türkiye ekonomisi ve dış ticaret hacmi gözönüne alındığında önemsiz sayılacak bir büyüklük oluşturuyor. Irak, Suudi Arabistan ve Mısır da katılsa durum pek değişmiyor.
Suriye, Ürdün ve Lübnan’ın Türkiye’nin 2009 yılı ihracatındaki payı yüzde 2.51, ithalatındaki payı ise sadece binde 3.2. Toplam dış ticaret hacmimizdeki payları ise yüzde 1.24 düzeyinde.
Dünya Ticaret Örgütü’nin 2008 yılı verilerine göre, üç ülkenin toplam ihracatı 26.69 milyar dolar, ithalatı ise 51.90 milyar dolar düzeyinde. Bunlar Türkiye’nin aynı yıldaki 132 milyar dolarlık ihracatı ve 202 milyar dolarlı ithalatı ile karşılaştırılmayacak boyutta. Türkiye’nin üç ülkenin bu küçük dış ticaret hacminden aldığı pay ise iyice küçük. 2008 yılında sözkonusu üç ülke ihracatının yüzde 3.16’sını Türkiye’ye, ithalatının da yüzde 4.32’sini Türkiye’den yaptı.

SERBEST TİCARET ONLARA YARADI

Türkiye’nin Mısır ve Suriye ile 2007’den bu yana zaten serbest ticaret anlaşması var. Bu anlaşmaya rağmen, iki ülkenin Türkiye’nin ticaret hacmindeki yeri ancak binde 8.
İki ülke ile yapılan serbest ticaret anlaşmaları Türkiye’den çok bu iki ülkeye yaradı. Türkiye’nin Suriye’ye ihracatı 2007’de yüzde 31, 2008’de yüzde 40 artarken, Suriye’nin Türkiye’ye ihracatı sırasıyla yüzde 101 ve yüzde 70 arttı. 2007 ve 2008’de Türkiye’nin Mısır’a ihracatı yüzde 27 ve yüzde 58 artarken, Mısır’ın Türkiye’ye ihracatı yüzde 73 ve yüzde 39 arttı.
Tüm bunlara bakarak komşularımızla ekonomik ilişkilerin geliştirilmesini küçümsemek de yanlış. Ancak buradan beklentilerimiz konusunda da gerçekçi olmak zorundayız. Otopsi sonuçları ile projenin sunumu arasındaki uçurum gözönüne alındığında, “MEFTA”nın daha çok Türk ve Arap kamuoyuna yönelik bir halkla ilişkiler gösterisi olduğu ortaya çıkıyor.

7 Haziran 2010 Pazartesi

G-20 patinaj yapmaya başladı


Güney Kore’nin Pusan kentinde Cuma ve Cumartesi günleri yapılan G-20 maliye bakanları ve merkez bankası başkanları toplantısı, itiraf etmek gerekir ki başarısızlıkla sonuçlandı. Bu toplantı, ay sonunda Kanada’da yapılacak liderler zirvesine hazırlık amacı taşıyordu. Maliye bakanları hiçbir yeni adım atmadan, tüm sorunları, liderler zirvesinin önüne bıraktı. Belki de Pusan’da sağlanan tek ilerleme, anlaşmazlık konularının daha belirgin hale getirilmesi oldu.
G-20 liderleri bu yıl, biri haziran sonunda diğeri kasımda iki zirve yapacak. Bu iki zirvede G-20 liderlerinin de anlaşmazlık konularında ilerleme sağlayamaması halinde, ya geçen yılki Pittsburgh zirvesinde niyet olarak ortaya konan projeler sulandırılarak geçiştirilecek, ya da G-20 içinde gerilimlerin arttığına şahit olacağız.
Pusan toplantısından arta kalanları şöyle özetleyebiliriz.
GLOBAL VERGİ RAFA KALKTI:  Bu toplantıdan çıkan en net sonuç, batık banka faturalarını karşılamak için bankalardan global vergi alınması projesinin artık ölmüş olması. ABD, Avrupa ülkeleri ve IMF’nin savunduğu bu plana, başta Kanada olmak üzere Çin, Hindistan, Japonya, Avustralya ve Brezilya, “Bizim bankalarımız batmadı, başkasının faturasını ödemek için biz niye vergi verelim?” diye karşı çıktı. Şimdi, her ülke isterse kendine göre bir uygulamaya gidecek. Bu da ülkeler arasında rekabet farklılıkları yaratacak ve uygulama, hayata geçtiği ülkelerde de sulandırılacak.
BASEL III YUMUŞUYOR: Bankaların krizlere karşı dayanıklılığını artırmak ve riskli işlemlerini sınırlandırmak için düşünülen yeni sermaye ve likidite kuralları konusunda ilerleme yavaş gidiyor. Planı destekleyen Avrupa ile ABD arasındaki sermaye ve risk tanımları farklılıkları sürüyor. Finansman sistemi, Avrupa’da banka kredilerine, ABD’de ise sermaye piyasası işlemlerine dayalı. Bu da iki tarafın önlemlerden çok farklı şekilde etkilenmesine yol açtığından, uzlaşma zor olacak. Pusan toplantısı, farklı bankacılık modellerine göre kuralların farklılaşabileceğinin işaretini vererek, işi sulandırma sinyali verdi. Dahası, uygulamanın önceden planlandığı gibi 2012’de başlaması kuralını da yumuşatarak uzun bir geçiş sürecine kapıyı araladı.
STRATEJİDE BÜYÜK U DÖNÜŞÜ: G-20 daha 6 hafta önce, yine Yunanistan krizinin gölgesi altında yapılan IMF yıllık toplantıları sırasında yayınladığı bildiride, destek paketlerinin ekonomik canlanma iyice rayına girmeden kaldırılmasının yanlış olacağını ve önlemlerin daha sonra ortak bir şekilde geri çekilmesi gerektiğini söylemişti. Pusan bildirisinde ise 180 derecelik bir dönüşle, mali sıkılaştırma önlemlerine öncelik veriyor ve ortak hareket etmek yerine, her ülkenin kendi şartlarına göre hareket edeceğini belirtiyor.
GLOBAL DENGESİSİZLİKTE ADIM YOK: ABD’nin Çin, Almanya ve Japonya’nın iç talebini canlandırması, Çin’in yuan’ın değerini yükseltmesi gibi taleplerine tüm muhatapları kulak tıkamış durumda. İç talebi canlandırmak bir yana Almanya yapısal bütçe açıklarını azaltma planını devreye sokuyor, Japonya ise dolaylı vergileri artırıyor. Avrupa krizle boğuşurken ve euro ciddi bir itibar kaybına uğramışken bile, ABD’nin Pusan’dan istediği hiçbir şeyi alamadan, eli boş dönmesi dikkat çekici bir gelişme. Bu alan, dünya ekonomisi için en kritik fay hattı olmaya devam ediyor.