10 Ekim 2011 Pazartesi

Kadının sırtındaki bıçakta kim(ler)in parmak izi var?

Habertürk’ün manşetten büyük bir fotoğrafla verdiği Şefika Etik cinayeti haberi, bir yandan medya etiği tartışması, diğer yandan da kadına şiddete karşı yapılması gerekenler konusunda bir yüzleşme tartışması başlattı. Gören herkesi sarsan haberin aslında “sıradan” bir hikayesi var. Evde sürekli şiddet uygulayan işsiz bir koca, dayanamayarak sığınma evine sığınan ama kocası tarafından kandırılarak tekrar eve dönmesi sağlanan bir kadın, eve döner dönmez yeniden başlayan dayak ve son noktada sırtına saplanmış ekmek bıçağıyla yarı çıplak yere serilmiş cansız bir kadın bedeni…
Bu resim, sadece gözü dönmüş cani bir kocanın eseri değil. Kadını güçsüzleştiren, çaresizliklere hapseden bir ekonomik ve sosyal sistemin ürünü.

Ekonomik sistem kadını dışlayarak güçsüzleştiriyor. 2010 yılında ortalama işsizlik oranı yüzde 11.9 iken kadınlar arasındaki işsizlik oranı yüzde 13 idi. Ancak bu istatistiki veri, fiili durumu yansıtmıyor. Öğrenci, emekli ve çalışamayacak durumda oldukları için çalışmayanlar dışındaki çalışabilir nüfus da hesaba katıldığında kadınlar arasındaki fiili işizlik oranı yüzde 70.7’yi buluyor.
2010 verilerine göre çalışma çağındaki 26.7 milyon kadının sadece 6.4 milyonu yani yüzde 24’ü çalışıyor. Çalışanların da yaklaşık 2.3 milyonu ücretsiz aile işçisi. Sonuç olarak kadınların ancak 4.16 milyonunun, yani yüzde 15.6’sının doğrudan gelir getiren bir işi var. Mülkiyet ve servetin de ezici ağırlıkla erkeklerin elinde olduğu gözönüne alındığında, her 6 kadından 5’inin ekonomik olarak tutunacak bir dalının olmadığı görülüyor.
Yoksulluk sınırının altındaki hanelerin, ancak yüzde 5.8’inde çamaşır makinesi olmasına karşın yüzde 13’ünde otomobil olması, aile ekonomisinde kadının nasıl arka plana itildiğinin bir göstergesi.
Kriz döneminde boşanmalar da ciddi ölçüde arttı. 2008’de her 100 evlenmeye karşılık 15.5 boşanma olurken, bu rakam 2010’da 20.4’e çıktı. Krizle tırmanışa geçen boşanmalar, her aile için bir dram ama kadın için trajediye dönüşüyor.
Bu ekonomik sistem, yetersiz veya kadın aleyhine hukuk sistemiyle etkisini daha da güçlendiriyor. Şiddet gören şikayetçi kadını kocasına teslim eden kolluk da, 13 yaşında seks işçisi yapılan bir kız çocuğuna tecavüz eden erkeklere “mağdur, ne yaptığını biliyordu” diyerek ceza indirimi uygulayan adalet de kadını her an sırtından bıçaklıyor.
Devletin bizzat kendi unsurlarının bulaştığı sayısız faili meçhul cinayetin yaşandığı bir ülkede şiddet, tepeden tırnağa olağanlaşıyor. Topraklarında bir savaş süren ülkede, terhis olan askerlere savaş sonrası travmalar konusunda sistematik bir yardım verilmiyor. Bunun bütün ezasını da öncelikle bu savaşı yaşayan gençlerin en yakınındaki kadınlar; analar, bacılar, eşler ve kız evlatlar çekiyor.
Buna karşın kadına destek için çabalayan girişimler güçsüz ve sınırlı kalıyor. En güçlü yapılar olan siyasi partiler ve sendikalar, bu konuda hayatı değiştirecek bir etkinlik göstermiyorlar. Fabrikada, okulda, mahallede, köyde her türlü itiraz örgütü ve hareketinin de gaz bombalarıyla boğulmaya çalışıldığı bir ortamda, kadının uğradığı haksızlıklara karşı tepki de cılız kalıyor. Bu iklim, kadını komşularının yardım ve desteğinden bile mahrum bırakıyor.
İlkel erkek-egemen ahlak ve kültür değerleri de bu zemin üzerinde rahatça at koşturuyor. Sonuç olarak bu toplumda kadınlar her an sırtlarında o bıçak ile dolaşmak zorunda kalıyorlar. Ve o bıçakta tüm sistemin, tüm toplumsal-siyasal aktörlerin parmak izi var.

(http://www.haberturk.com/htyazar/ismet-ozkul)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder