12 Temmuz 2010 Pazartesi

Düşük kurda asıl bedeli sanayi ödüyor

Türkiye’de belirli aralıklarla kur tartışması çıkar ve ihracatçılar her defasında bu tartışmanın baş aktörü olurlar. Böyle olunca da olay, ihracatçının kuru yükselterek kendine avantaj yaratma fırsatçılığı şeklinde görülür ve tartışma kısırlaşır. Türk Lirası’nın aşırı değerli olmasından ihracatçıdan çok daha fazla zarar görmekte olan sanayiciler ve diğer üreticiler ise arada bir çıkardıkları cılız sesin dışında ortada gözükmezler. Çünkü yüklü döviz borçları, Demokles’in kılıcı gibi tepelerinde sallanmaktadır ve kurların yükselmesi mali dengelerini altüst edebilir.
Kur tartışmasında ihracatçılara karşı öne sürülen en temel argüman, “Dış pazarlarda rekabet gücünü artırmak için TL’nin değerini düşürmek, yaraya pansuman yapmaktır. Asıl çözüm, verimliliği artırmak ve innovasyondur” şeklinde. İkinci cümlesiyle kendine haklı göstermeye çalışan bu argüman, birinci cümlesi ile de mevcut duruma ilişkin yanlış bir algı yaratmaya çalışıyor. Bu anlatımda sanki TL reel olarak olması gereken yerdeymiş ve TL’nin aşırı değer yitirmesi isteniyormuş gibi gösteriliyor. Oysa gerçek durum TL’nin reel olarak aşırı değerli olmasıdır ve önerilen de TL’nin aşırı ölçüde değer yitirmesi değil, aşırı değerli olma durumunun giderilmesidir.
Merkez Bankası’nın yenilediği reel kur endeksleri, gerçek durumu net oarak ortaya koyuyor. TL, 2003 yılına göre haziran ayı itibarı ile reel olarak yüzde 27.6 değerlenmiş durumdadır. Türkiye’nin ithalatının esas kaynağı olan gelişmiş ülkelerin parasına karşı ise TL yüzde 37.7 değerlidir.

İTHALATIN FİYATA DUYARLILIĞI DAHA YÜKSEK

İmalat sanayiinde üretim endeksleri ile ithalat ve ihracat miktar endekslerinin 12 aylık ortalamalarının seyrine birlikte bakıldığında bilinen ama çarpık bir sonuç ortaya çıkıyor: Sanayi üretimi grafiği, ihracat ile değil ithalat ile daha büyük bir paralellik taşıyor. Yani  sanayi üretimi, ihracattan çok ithalata bağımlı durumda. İthal edilen mallar Türkiye’de üretilmediği veya üretilemediği için üretimin ithalat bağımlılığının bir zorunluluk olduğu iddiası da pek geçerli değildir. Sanayici yatırım ve üretim için ihtiyaç duyduğu malların çoğunu yurtiçinden karşılayabilir durumdadır. İthalatı tercih etmesinde fiyat önemli bir faktör durumundadır.
Dış ticaret miktar ve değer endekslerinin 12 aylık ortalamalarının hareket tarzlarına baktığınızda, ithalatın fiyata duyarlılığının ihracattan daha yüksek olduğu görülüyor. Yani ithalat miktarının artmasında, ithal fiyatlarının düşmesi büyük bir etkendir.
İşte bu nedenle TL’nin, ithalatın büyük bölümünün yapıldığı gelişmiş ülkeler karşısında yüzde 37.7 değerlenmiş olması, hayati bir önem kazanıyor. Bu durum, sözkonusu gelişmiş ülkelere Türkiye pazarında yüzde 37.7’lik bir rekabet avantajı yaratıyorGünümüzün global rekabet koşullarında kar marjları son derece düşmüşken, gelişmiş ülkelere sağlanan yüzde 37.7’lik fiyat avantajı öldürücü niteliktedir.
Bunun faturası, işsizliğin kronik bir sorun halini alması ile, çalışanların ücretlerinin düşük tutulması ve kayıtdışılık ile çıkıyor. Bir de, süreç boyunca sıcak para rehaveti ile gjzlense de sonunda kaçınılmaz olarak patlak veren cari açık krizleri sonunda toplu faturalar önümüze geliyor.
Bu koşullar altında kur tartışmasının asıl konusu, dış pazarlarda rekabet gücü elde etmekten çok, kendi iç pazarımızdaki rekabet gücümüzün korunmasıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder