Merkez Bankası geçen hafta son Finansal İstikrar Raporu’nu açıkladı. Merkez Bankası mayıs ve kasım aylarında olmak üzere yılda iki kez İstikrar Raporu yayınlıyor. Raporun amacı genel olarak ekonomi ve reel sektördeki, özel olarak da bankacılık sektöründeki finansal risklerin analizini yapmak.
Döviz kurlarının böyle alıp başını gittiği, aşırı yükselişe rağmen hala döviz tutanların satışa geçmediği ve pek de sakinleşme işareti vermediği bir dönem yaşıyoruz. Piyasalar böylesine hop oturur hop kalkarken, tansiyon ve nabız böylesine yükselmişken, Merkez Bankası’nın finansal sağlığı ölçme amacı taşıyan raporunda durumu nasıl gördüğü önemli.
Raporu baştan sona okuduğumuzda Merkez Bankası’nın piyasalarda pek bir “hop oturup hop kalkma” durumu görmediğini, finans piyasalarının ve reel sektörün kılcal damarlarını zorlayan “yüksek nabız ve yüksek tansiyonu” hissetmediği kanısına varıyorsunuz.
Raporda özellikle FED’in olası faiz artırımları ve Trump’tan beklenen ekonomik politikaların gelişmekte olan ülkeleri ciddi ölçüde olumsuz etkileyeceği, dış kaynak sıkıntılarının iyice artacağı, paralarının değer yitireceği, faizlerinin yükseleceği tespitleri yapılıyor.
Türkiye benzeri diğer ülkelere ilişkin kara bulutlarla dolu bir manzara çiziliyor. Ama iş Türkiye’ye gelince “pembe manzara” çizme gayreti öne çıkıyor. Finansal İstikrar Raporu’nun çizdiği resim şöyle:
• Küresel tahvil piyasasındaki olumsuz gelişmelerin, finansmana erişim açısından Türkiye’ye yansımaları sınırlı kalacak.
• Bankalar dışarıdan borç bulmakta pek zorlanmayacaklar.
• Bankacılıkta tahsili gecikmiş alacak oranındaki artış makul düzeylerde.
• Bankacılık sisteminin önümüzdeki dönemde de aracılık faaliyetlerini sağlıklı bir şekilde yürüteceği öngörülmektedir.
• Reel sektörün açık pozisyonu var ama dış borçlarının çoğu uzun vadeli.
• Reel sektörün uzun vadeli dış borçlarının çoğu Kamu-Özel İşbirliği şeklindeki altyapı yatırımlarını üstlenen şirketlere ait. Onlar da zaten devlet garantisinde, dolayısıyla reel sektörün aslında büyük bir döviz riski yok.
• Cari açıkta azalma eğilimi sürecek.
• Yakın zamanda jeopolitik gelişmeler, küresel büyümedeki durgunluk ve yurt içi gelişmelerin etkisi ile zayıflayan ekonomik faaliyetler, gerek iç talebin gerekse ihracat pazarlarındaki görünümün iyileşmesiyle 2017 yılında daha olumlu bir patikaya girmesi muhtemel.
• Enflasyon, 3. çeyrekte önceki çeyrekteki yükselişin tersine temel mal ve işlenmemiş gıda fiyatlarının etkisiyle düşmüştür.
• Türkiye’nin risk primi, Temmuz’daki yükselişe karşın ilerleyen aylarda belirgin bir düşüş kaydetmiştir.
• Döviz piyasalarında gözlenen hareketliliğin temel nedeninin ise gelişmiş ülkelerin gelecek dönem faiz politikalarına yönelik belirsizlikler olduğu değerlendirilmektedir.
Özetle Finansal İstikrar Raporu’na göre finansal istikrarı tehdit edecek bir durum yok.
Madem durum böyle, o zaman Türk Lirası neden Trump’ın tehdidi altında olan Meksika Pezosu’ndan daha fazla değer yitiriyor? Neden döviz fiyatları bu kadar kısa sürede bu kadar fazla yükseliyor? Neden kimse hazır dolar 3.50 lirayı da geçmişken döviz bozdurmuyor? Neden bazı kesimler, döviz alanları hain ilan edip ellerindeki dövize el konulması çağrıları yapacak kadar durumu çaresiz görüyorlar?
Ancak Merkez Bankası’nı bir noktada mazur görmemiz de gerek. Çünkü finansal istikrarın bu kadar bozulması, ekonomik göstergelerdeki temel sorunlardan çok siyasetten kaynaklanıyor. Dövizi ateşleyen de politik gelişmeler, politik riskler. Merkez Bankası’ndan da bunları söylemesini bekleyemeyiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder