Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) yeni milli gelir hesabı, ekonomideki gidişat ve ekonominin yapısal dengelerinin seyrini TÜİK verileri üzerinden izleyerek analizler yapanlar için, deyim yerindeyse şizofrenik bir durum yarattı. Bu şizofrenik durum özellikle son yıllardaki ekonomik büyüme ve yapısal dengelere geldiğimizde ileri düzeye çıkıyor.
Daha düne kadar son yıllarda Türkiye’nin bir yavaş büyüme, orta gelir tuzağı tıkanıklığına girdiğine inanıyorduk. Kişi başına milli gelirin yıllardır patinaj yaptığını vurguluyorduk. Cari açığımızın milli gelire göre tehlikeli oranda yüksek olduğunu ve düşürülemediğini kabul ediyorduk. Yatırımların yıllardır kırılamayan ciddi bir durgunluk içinde olmasından kaygı duyuyorduk. Tasarruf oranımızın çok düşük olmasından kaygı duyuyorduk.
Sadece Türkiye’deki ekonomi aktörleri ve analistlerden değil OECD’den IMF’ye, kredi derecelendirme kuruluşlarından uluslararası finans kurumlarına kadar dış dünyadan da buna bağlı tesbit, eleştiri ve öneriler geliyordu.
Üstelik 14 yıldır ekonomiyi yöneten iktidar da bunun dışında değildi. Merkez Bankası, Hazine, Maliye, Kalkınma Bakanlığı gibi kurumların analiz, karar ve politikalarına da bu çerçeve yön veriyordu.
TÜİK’in revizyonu bu resmi tersine çevirdi. Meğer ekonominin son yıllarda düşük büyüme gibi bir sıkıntısı yokmuş. Aslında yatırımlarda korkacak bir durgunluk söz konusu değilmiş. Tasarruf oranının düşüklüğü gibi bir sorunumuz yokmuş. Cari açığın milli gelire oranı korkacak düzeyde değilmiş.
Karşımıza çıkan resim bu, ama biz bu resme inanmakta güçlük çekiyoruz. Kendi yaşadığımız reel dünyamızla bağlantısını kurmakta zorlanıyoruz.
Yöntem ve açıklamadaki bazı değişikliklerin yarattığı boşluklar da yeni resme ikna olmamızı zorlaştırıyor.
Örneğin eskiden yatırımların ne kadarının makine ve teçhizata, ne kadarının inşaata yapıldığını görebiliyorduk. Bu da bizim yatırımların ileride üretim artışına katkısının ne olabileceği hakkında bir kanaat oluşturmamıza yardımcı oluyordu. Eksiden yatırımların ne kadarının devlet, ne kadarının özel kesim tarafından yapıldığını, hem de inşaat ve makine-teçhizat ayrımıyla görebiliyorduk. Bu da özel kesim ve devletin yatırım eğilimleri arasındaki farkları anlamamıza imkan sağlıyordu. Şimdi sadece toplam yatırımların reel olarak ne ölçüde arttığını, o da sadece endeksteki artış oranıyla sınırlı olarak görebiliyoruz.
Yeni hesaplamada silah harcamaları ile Ar-Ge harcamaları da yatırımların içine alındı. Ancak bunların miktarı açıklanmıyor. Dolayısıyla yatırımlardaki artışın ne kadarının silahlanmadan veya Ar-Ge harcamalarından, ne kadarının fiili yatırım olduğunu bilemiyoruz. Bu da yatırımların seyri üzerine analiz yapabilmemizi kısıtlıyor.
Eskiden reel büyüme hızları baz yılının sabit fiyatlarıyla hesaplanan büyüklüklere göre hesaplanıyordu. Şimdi zincirleme endeks yöntemi kullanılıyor. Eski yöntemde sektörler ve harcama kalemlerinin büyümeye katkısının ne kadar olduğunu hesaplayabiliyorduk, yeni sistemde bu hesabı doğrudan yapabilme imkanımız yok. Bu da büyümenin nasıl ortaya çıktığını anlamamızı zorlaştırıyor.
Mevsimsellikten arındırılmış verileri, belki ileride açıklanacaktır ama en azından şimdilik göremiyoruz. Aslında TÜİK revizyon yaparken veri derleme ve takip sistemini daha da yaygın ve güçlü hale getirdi. Daha önce açıklanmayan yeni veriler de açıklamaya başladı. Bunlar ekonomik analiz yapanlar için çok yararlı olacak
Ancak biz milli gelir hesabındaki değişikliğin yarattığı şizofrenik durumu aşamadığımız için bunlara gelemiyoruz bile.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder