Önceki Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz, bu teoriyi ilk kez 2010 yılının son günlerinde banka genel müdürleriyle yaptığı sunumda ortaya atmıştı. Bu tez o günden itibaren ekonomi yönetiminin temel dayanaklarından birisi haline geldi. Tez 2010 sonunda ortaya atılmasına rağmen, kredi hacmini frenleyecek asıl aktör olan BDDK, sahneye çıkmak için 12 Haziran seçimlerinin geçmesini bekledi. Merkez Bankası ise zorunlu karşılıkları artırarak kredi hacmini kısmaya çalıştı. Ama bir yandan piyasadan çektiği parayı politika faizi üzerinden bankalara geri vermeye devam ettiği için, BDDK sahneye çıkana kadar Merkez Bankası’nın önlemleri pek işe yaramadı.
Bu arada Merkez Bankası tek başına ve zorunu karşılık artışı ile sınırlı önlemlerinin kredilerdeki artışı durduramayacağını çok iyi bilen ekonomi yönetimi, çareyi bankalara sopa sallamakta buldu. Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı Ali Babacan ve BDDK Başkanı, her fırsatta kredilerini yüzde 25’ten fazla artıran bankaların cezalandırılacağı mesajını verdiler. Bu yaklaşıma göre kredilerini, mevzuatın gerektirdiği tüm kurallara uyarak artıran bir banka bile, mevzuatta yer almayan bir ceza ile karşılaşabilecekti.
Merkez Bankası, yılın ikinci yarısında politikalarını değiştirince kredilerdeki yüzde 25 kuralı da gevşetildi. Ancak yine de yıllık kredi genişlemesi ekonomi yönetiminin istediğine uygun bir düzeyde gerçekleşti. Merkez Bankası’nın haftalık bülteninde yer alan verilere göre yurtiçi TL kredilerdeki büyüme yüzde 25.90’da kaldı. Yurtiçi döviz kredilerindeki artış ise TL değeri olarak yüzde 58.24 oldu. Ancak bu hesaba dolar kurundaki artışa göre bakarsak, yurtiçi döviz kredilerindeki gerçek artış yüzde 28.26 düzeyinde kalıyor.
Merkez Bankası’nın hesabına göre bu durumda cari açığın milli gelire oranının yüzde 6’yı geçmemesi gerekirdi. Oysa evdeki hesap çarşıya uymadı ve cari açığın milli gelire oranı yüzde 10’a yakın bir düzeye çıktı.
Ekonomi yönetiminin bir yıl boyunca bankalara sopa sallayarak savunduğu hesapta, bu kadar büyük sapma neden oldu? Birincisi Merkez Bankası’nın hesap modelinin pek de gerçekçi bir model olmadığı ortaya çıktı. İkincisi yıllardır sırtını sıcak paraya dayayan ekonomi anlayışının gözlerden kaçırmaya çalıştığı önemli bir faktör daha var: Dış borçlanma. Reel sektörün kısa vadeli borçlanması 2011’de sıçrama yaptı. Reel sektörün kısa vadeli dış borçları, ekim itibarıyla 2010 sonuna göre 74.6 arttı. Reel sektörün uzun vadeli dış borçları ise 2009 ve 2010’da düşmesine karşın 2011’de yüzde 2.38 arttı.
Sıcak para ve sermaye hareketlerine kısıtlama getirilmeden sadece banka kredilerini frenleyerek cari açıkta etkili bir düşüş sağlanamayacağı bir kez daha ortaya çıktı.
(http://www.haberturk.com/htyazar/ismet-ozkul)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder