Başbakan Yardımcısı Nurettin Canikli, geçen hafta toplanan Türkiye Bankalar Birliği Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada, finans piyasalarında “banka senedi” adını verdikleri yeni bir araç çıkartmak için hazırlık yapıldığını açıkladı..
Bankalar verdikleri kredi kredilere karşılık olarak “banka senedi” çıkartıp satarak hem kaynak yaratmış, hem de kredi riskini başkalarına aktarmış olacaklar.
Aslında buraya kadar pek yeni bir şey yok. Çünkü bankalar, kredi gelirlerini karşılık göstererek yıllardır varlığa dayalı menkul kıymet (VDMK) çıkartabiliyorlar.
Yeni olan Merkez Bankası’nın, banka senetlerini likidite aracı olarak kullanabilecek olması. İşte burası çok kritik bir nokta.
Çünkü bu işlem, bankaların kredi riskinin Merkez Bankası’nın üstüne yıkılması demek. Ayrıca “enflasyona karşı sıkı para politikası” izlediğini söyleyen Merkez Bankası’nın piyasaya bu yolla para pompalayarak enflasyonu gazlaması demek.
Her ikisi de ekonomi açısından çok riskli yönelimler.
Peki siyasi iktidar böylesine riskli yollara neden ihtiyaç duyuyor? Sebebi basit; çünkü mevcut yollar tıkanmakta ya da zaten tıkanmış durumda.
Sıcak paraya dayalı hormonlu büyüme modeli çoktandır tıkanmış durumda. Büyüme hızı düşerken, hem işsizlik hem enflasyon artıyor.
Bu tıkanıklıkta kamu yatırımları ve harcamaları ile kısmi bir canlılık yaratma çabası var. Ancak bu da bütçeyi tahrip ediyor. Sayfadaki grafik bu tahribatın boyutunu ve hızını gösteriyor. 12 aylık toplam Hazine nakit açığı, Anayasa değişikliğinin gündeme gelmesinin hemen ardından adeta roket hızıyla artmaya başlamış.
2015 sonunda 17.2 milyar TL olan nakit açığı, 2016’yı yüzde 123 artarak 38.2 milyar liraya çıktı. Daha da korkuncu, Nisan 2017’de yıllık nakit açığı miktarı, sadece 4 ay öncesine göre yüzde 64.56 artarak 62.9 milyar liraya fırlayarak global kriz düzeyinin de üzerine çıktı.
Buna paralel olarak Hazine’nin net borçlanma miktarı da hızla tırmanıyor.
Sonuç olarak büyümeyi, bütçe yoluyla destekleme yolu tıkanıyor. Üstelik bütçe dengesi sıcak para girişinin dayandığı tek hikaye olduğu için, buradaki bozulma, sıcak para girişinin iyice kısılarak ekonominin nefesinin kesilmesine de yol açabilir.
Kredi cephesinde de benzer bir tıkanma var. Bankaların kredi hacmi topladıkları toplam mevduat ve fonların yüzde 15 üzerinde. Bankaların mevduat hacminden fazla kredi vermesi, yurt dışından borçlanarak buldukları kaynak sayesinde mümkün oluyor. Gerek global fon akımlarının tersine dönmesi, gerekse içeride kur artışıyla iyice artan açık pozisyon riskleri yüzünden bu çark da tıkanmış durumda.
Bu nedenle kredi/mevduat oranı, 2015 ortalarından beri yatay seyrediyor. Bankaların dışarıdan borçlanarak kredileri büyütme şansı kalmadı. Hatta şartlar, tersini zorluyor.
Bu arada ekonomideki durgunluğa paralel olarak artan batık kredi oranları da kredi sisteminin yüklerini ve sorunlarını artırıyor.
Kredileri yeniden yapılandırma ve Kredi Garanti Fonu gibi uygulamalar bu tıkanıklık yüzünden çıktı. Ancak bunların da kredi genişlemesini uzun süre destekleme şansı yok.
Oysa açıklanan onca pakete rağmen ekonomide ve yatırımlarda durgunluk aşılamıyor. İşsizlik ve enflasyon yüksek seyrini koruyor.
Buna karşın en fazla iki yıllık süre içinde önümüzde üç önemli seçim var. Bütçe ve bankacılık cephelerinde barutunu tüketen siyasi iktidar, bu yüzden şimdi çaresizce Merkez Bankası kasasına el atmayı planlıyor.
Merkez Bankası kasasına el atmanın nasıl sonuçlar doğurduğunu 1994 ve 2001 krizlerinden çok iyi biliyoruz. Siyasilerin istismarının faturasını toplum ağır şekilde ödedi.
Bu krizlerin siyaset cephesinde de faturaları olduğunu biliyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder