10 Aralık 2010 Cuma

Taylan Özgür olmasaydı, Ersin Özince de olmazdı



CNBC-e Business dergisinin aralık sayısının kapak konusu, “CEO fabrikası ODTÜ”. Arkadaşlarımızı bu konuyu incelemeye daha önce yaptıkları bir başka araştırma yöneltmiş. Krizde en başarılı 100 şirket araştırmasında görmüşler ki, bu şirketlerin büyük çoğunluğunun başında ODTÜ mezunu bir yönetici var.
Özel bankaların toplam aktif büyüklüğünün yüzde 74’ünün ODTÜ’lü genel müdürlere emanet olması bile tek başına çarpıcı bir olgu. İş Bankası’nda Ersin Özince, Akbank’ta Ziya Akkurt, Yapı Kredi’de Faik Açıkalın ve Denizbank’ta Hakan Ateş, ODTÜ’nün kendilerine neler kattığını dergide anlatıyorlar. İşi büyük kuruluşlara üst düzey yönetici bulmak olan ‘head hunter’ (kafa avcısı) şirket yöneticilerinin, ODTÜ’lülerin ayırdedici üstünlükleri olarak sıraladığı özellikler de, mezunların “ODTÜ bize bunları kazandırdı” dedikleri noktalarla çakışıyor.
ODTÜ’nün kazandırdığı özellikler özetle şöyle sıralanıyor: Neyi nereden öğreneceğini, neyi hangi vizyonla değerlendireceğini bilmek. Herşeye analize dayalı bakıp, geleceği buna göre planlamak. Planlamaya dayalı disiplinli çalışma, matematiksel yaklaşım. Yaratıcılık ve farklı bakabilme. Hedefe odaklanma, kararlılık, başarma azmi, özgüven. Çabuk karar verme yeteneği, risk alabilmek, yarışmacı ruh, dışa açıklık, kolay pes etmemek, tüm zorlukların üstesinden gelebilirim hissi. Sürekli çabayla sınırlarını aşabileceğine inanmak.
Dikkat edilirse sıralanan bu özelliklerin doğrudan üniversite müfredatıyla bir ilgisi yok. Bunlar düşünme yeteneği, araştırmacılık, analiz kapasitesi, yaratıcılık, risk alabilme, karar verebilme, azim ve cesaret gibi ders kitaplarıyla kazanılmayacak özellikler.
Üniversiteye sadece ders kitapları ve müfredat penceresinden bakarsanız, orası sadece bir “yüksek lise” olarak kalır. Üniversite, adı üstünde evrensel olmak zorundadır. Evrensel olmak da dünyaya, sadece bilimin gözlüğüyle bakarak herşeyi sorgulama, irdeleme ve değiştirme çabasını şart koşar. Bu yüzden bilimin ve üniversitenin gelişebilmesi, birinci olarak mevcut siyasi, toplumsal , maddi ve bilimsel sistemin tüm kurallarını ve inançlarını sorgulayabilecek bir özgürlük ortamını; ikinci olarak da mevcut olanı değiştirmeye kalkışmayı göze alacak bir inanç, kararlılık, cesaret ve yaratıcılığa ihtiyaç duyar.
Bu da bir okul-kitap meselesi değil, bir iklim meselesidir. Böyle bir iklim, evrensel ölçülerde mühendis, doktor, işletmeci, sanatçı yetiştirmek için de gereklidir. ODTÜ mezunu yöneticilerin, bugün temel üstünlükleri olarak saydıkları özellikleri kazanmalarını sağlayan şey de ODTÜ’de okudukları kitaplardan çok, ODTÜ’de kendilerini yeniden yaratmalarına imkan sağlayan iklimdir.
Bu iklimde işçi, müstahdem, öğrenci, öğretmen herkes birbirine “hocam” diye hitap eder: Statüleri ve hiyararşiyi önemsizleştiren bu kültürde düşünce, eylem ve yaratıcılık öne çıkma şansı bulur. Bu iklimde müesses nizamın tüm kurum ve kuruluşları, tüm inançları, değer yargıları ve tabuları, hücrelerine kadar sorgulanabilir. Ve kurulu düzene itiraz edilebilir, protesto edilebilir, değiştirmek için harekete geçilebilir.
ODTÜ’deki bu iklimi, 1960’lardan başlayarak öğrencilerin ve öğretim üyelerinin sorgulayan, itiraz eden, protesto eden bir duruşa, iktidarların tüm baskılarına rağmen, bağlı kalmaları yaratmıştır. 1960’larda sorgulayan, itiraz eden, protesto eden Taylan Özgür’lerin yeşerttiği iklim olmasaydı, bugün böyle bir Ersin Özince de olmayabilirdi.
Önceki gün açıklanan OECD’nin lise düzeyinde eğitimi karşılaştıran PISA araştırmasına göre Türkiye sondan ikinciliği parsellemiş durumda. Eğitimde ve bilimde arka sıralarda kalan bir Türkiye, dünyanın ucuz emek deposu veya paralı askeri olur. Ünlü spekülatör Soros’un İstanbul’daki bir konferasta söylediği “Türkiye’nin en iyi ihraç malı, aslında ordusudur” dediğini hatırlayalım.

Türkiye bu çemberi kıramazsa, bir yere gidemez. Bu çemberi kırabilmek için de bilimin ve üniversitenin gelişmesi şart. Bilimin ve üniversitenin gelişmesi için de -ister hayranlık, ister çekingenlik, isterse bürokrat ahlakıyla olsun- başbakan karşısında ip gibi dizilmiş rektörlerin sunacağı iklim değil, protestocu öğrencilerin yaratacağı iklim yararlı olur.
Bu yüzden polisin tekmesi, sadece protestocu gencin doğmamış bebeğini öldürmüyor, bilimi ve üniversiteyi de öldürüyor, geleceğimizi de…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder