Cari açık sorununun 2011’in sürekli gündemde kalacak ve en fazla tartışılacak konusu olacağını şimdiden söyleyebiliriz. “Finansal istikrarı koruma” görevini gerekçe göstererek aldığı son kararlar nedeniyle Merkez Bankası, bu tartışmanın birinci aktörü ve tarafı olmaktan kurtulamayacak. Merkez Bankası, üstlendiği duruşuyla toplum gözünde kendini fiilen cari açığın sorumlusu haline de getirdi. Böylece seçim yılının en kritik sorunlarından birinde hükümetin üzerinden önemli bir yükü almış oldu.
Merkez Bankası bunu yaparken cari açık ile kredi artışı arasında ilişki kuran bir teori de geliştirdi. Bu hesaba göre diğer koşullarda bir sapma olmadığı takdirde cari açığın istenen sınırda kalması için kredilerdeki artışın yüzde 25’i aşmaması gerekiyor. Merkez Bankası Başkanı bu tezi ilk kez, Başbakan Yardımcısı Babacan’ın banka genel müdürleriyle yaptığı toplantıda açıkladı. Böylece bankalara “2011’de kredi hacminizi yüzde 25’ten fazla artırmayın” mesajı, “gerekirse daha sert önlemler alırız” ifadesiyle de desteklenerek bir nevi “kulak çekme” dozunda verilmiş oldu.
Merkez Bankası’nın teorisine göre kredi hacmindeki her yüzde 5’lik büyüme, cari açığın milli gelire oranında 2.1 puanlık bir artışa yol açıyor. Merkez Bankası başta kamu kesimi borçlanma gereği olmak üzere diğer faktörleri sabit varsayarak projektörleri sadece kredilerdeki büyümeye çeviriyor. Bu sunum “cari açığın nedeni kredilerdeki aşırı büyümedir” algısını yaratıyor. Merkez Bankası’nın bir bütün olarak ortaya koyduğu politik tutum da bu algıyı iyice güçlendiriyor.
Merkez Bankası’nın bu alanda daha önce yaptığı başka araştırmalar da var. Üstelik son üç yıldaki üç tezin, ana mesajı birbirinden çok farklı. Özellikle 2009 ve 2010 tezlerinin, o günkü konjonktürün izlerini taşıması dikkat çekiyor.
Temmuz 2008 tarihli “Türk sanayisi artan rekabet baskısına nasıl cevap verdi?” araştırması 1998-2007 arasındaki uzun bir dönemi inceliyor. Araştırmanın çıkardığı sonuç özetle şöyle : “Döviz kurları tartışmasız rekabet gücünün birinci derecede belirleyicisidir. Kurdaki değişimler hayati önem taşıyor. Kurlar, rekabet gücü ve kar marjları üzerinde tüm faktörlerden daha fazla etkiye sahip. TL’nin reel olarak değerlendiği dönemlerde rekabet gücü hızla azalıyor, TL’nin değerinin düştüğü dönemlerde ise hızla yükseliyor.”
Bu raporun verdiği ana mesaj, TL’nin reel olarak aşırı değerlenmesi, cari açığın birinci derecede nedenidir. Bu sonuç, Merkez Bankası’nın Haziran 2004’te ithalat ve ihracatı etkileyen faktörler üzerine yaptığı araştırmanın sonuçlarıyla da uyumlu. 2004’teki araştırmanın mesajı da reel döviz kurunun ithalatta belirleyici faktör olduğuydu.
Bir yıl sonra Merkez Bankası, başta ihracatçılardan gelen reel kur aşırı değerlendi eleştirilerinin karşısına, bambaşka bir tezle çıktı. Bu teze göre sanayide ithal girdi kullanımında en büyük etken, TL’nin aşırı değerli olması değil, yerli üretimin miktar ve kalite açısından yetersiz olmasıydı. Kasım 2009 tarihini taşıyan bu araştırma sadece 145 sanayi firması ile yapılan bir ankete dayanıyordu.
Özetle cari açığın nedeni Temmuz 2008’de TL’nin aşırı değerlenmesiydi, Kasım 2009’da yerli sanayinin kalite ve üretim yetersizliği oldu, Aralık 2010’da ise kredilerdeki artış oldu. Merkez Bankası, cari açığı doğuran nedenler konusunda her yıl yeni bir araştırma yapmış, her yıl birbiriyle uyuşmayan farklı bir tez öne sürmüş. Merkez Bankası, güvenirliğe en fazla ihtiyaç duyduğu bir dönemde, inanırlığını kendisi zedeliyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder