22 Kasım 2010 Pazartesi

İrlanda bir başarı öyküsü mü, yoksa çürüme öyküsü mü?

İrlanda daha kısa bir süre öncesine kadar Avrupa’nın hızla gelişen bir başarı öyküsü durumunda idi. Buradan hareketle kendine Kelt Kaplanı ünvanı layık görülmüştü. Eğitimli ve ucuz işgücü, düşük kurumlar vergisi, liberal finansal sistemi ile yabancı sermaye için gözde bir ülke durumundaydı. Ülkede yaratılan milli gelirin yüzde 80’i ihraç ediliyordu. Ancak bu ihracatçıların neredeyse tamamı, yabancı sermayeli şirketlerdi. Örneğin ülkede yaratılan katma değerin beşte biri ABD şirketleri tarafından yaratılıyordu.
Bugün bu ülkenin nasıl kurtarılacağını konuşuyoruz. IMF, AB ve Avrupa Merkez Bankası yetkilileri bir kurtarma formülü hazırlayıp İrlanda’nın önüne koyacaklar.
Birleşik Krallık ile yıllar süren savaş nedeniyle bağımsızlık sözcüğünün çok değerli olduğu bir ülkede, yönetime yabancı otoritelerin el koyması, kolay hazmedilecek bir durum değil.
İngiliz hükümranlığını kabul etmediği için yıllarca savaşmış bir ülkenin şimdi üç hükümranı birden var: IMF, AB ve Avrupa Merkez Bankası. Bir İrlanda gazetesi durumdan duyduğu acıyı “Bunun için miydi?” başlığıyla yansıtmış. “Paskalya Ayaklanması’nı, bugünkü duruma düşmek için mi yaptık biz?” diye soruyor.
Bu durumun tek bir suçlusu yok. Sistemin tüm temel aktörlerinin ortak olduğu bir çürüme öyküsü bu. Sıcak paradan bankalara, politikacılardan müteahhitlere ve konut balonu dalgasının peşine takılan İrlanda vatandaşlarına kadar çok ortaklı bir suç şebekesi var ortada.
Kontrolsüz serbestliğe dayalı finans sisteminin yarattığı zeminde ilk adım yabancı bankalardan geliyor. Yabancı bankalar, ucuz konut kredileri ile mortgage piyasasının dengelerini bozuyorlar önce. Rekabetle  konut kredisi faizleri alabildiğine düşüyor. Uluslar arası piyasalardan bulunan kısa vadeli sıcak paralarla, ucuz mortgage savaşı alıp başını gidiyor. Öyle ki konutun değerinin yüzde 100’üne kadar kredi verilmeye başlıyor.
Bu süreci denetleyip, dur diyen bir kurum ya da siyasi otorite de ortaya çıkmıyor. Tam tersine hükümet ve denetleyici kurumlar bir yolsuzluk ortaklığı oluşturuyorlar. Emlak projesi geliştiren şirketlerle politikacılar, yolsuzluğa dayalı ilişkilere giriyorlar. Hükümet canlılığı sürdürebilmek için kamu hacamalarını artırıyor ve yandaş müteahhitlere ödül olarak kamu ihaleleri veriyor.
Sonuç 1.5 milyon ailenin olduğu bir ülkede yüzbinlerce yazlık ve yatırım için alınmış konut stoğu oluyor. Emlak fiyatları 1994-2006 arasında yüzde 520 artıyor. Sonra global krizin de katkısıyla konut fiyatları düşmeye ve kredi ödemeleri aksamaya başlıyor. 789 bin mortgage kredisinin 70 bini sorunlu durumda. Bu arada toplumdaki değer yargıları da bozuluyor. Eskiden borcunu ödeyememe bir utanç vesilesi sayılırken, olağan karşılanmaya başlıyor.
Bankacılık sistemi sallanmaya başlayınca hükümet Kasım 2008’de tüm banka kredi ve mevduatlarına tam garanti getiriyor. Bu yüzden bugün İrlanda devleti 440 milyar euro’luk bir yükümlülüğün altında, yani müflis durumda.
Şimdi önlerine konacak kurtarma paketi ile gelecek 6 yıl boyunca ödenen gelir vergilerinin tamamı, sadece bankaların açtığı kara deliğin kapatılmasına gidecek.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder