13 Ağustos 2012 Pazartesi

Konut piyasasında tekleme işaretleri


Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) yayınladığı konut satış istatistikleri ile Merkez Bankası’nın konut fiyat endeksinin gidişatı, konut piyasasında tekleme işaretleri vermeye başladı. Bunun en belirgin göstergesi geçen yılın son çeyreğinde yüzde 21.9 olan konut satışları yıllık artış hızının, ilk çeyrekte 5.5’e kadar düşmesi oldu. TÜİK’in kullandığı 26 istatistiki bölgenin 14’ünde konut satışları, geçen yılın ilk çeyreğindeki düzeyin bile altına düştü.
Konut satışlarındaki düşüşte yüzde 60 ile Kars, Ağrı, Ardahan, Iğdır bölgesi başı çekiyor. Bunu yüzde 35.3’lük düşüşle, depremden etkilenen Van, Bitlis, Hakkari, Muş bölgesi izliyor. Konut satışlarındaki düşüşte yüzde 18.7 ile Çankırı, Kastamonu, Sinop bölgesi üçüncü sırada yer alıyor. Nüfus hareketleri ve konut projeleri açısından canlı bir yer olan büyük kentlerden Ankara’da da satışların yüzde 8.9 düşmesi dikkat çekici bir gelişme. Ankara’da konut satışlarındaki yıllık artış hızı, bir önceki çeyrekte yüzde 17.4 düzeyindeydi.

11 Ağustos 2012 Cumartesi

Üniversitede gardiyan kontenjanı arttı, öğretmen kontenjanı düştü


Üniversite adayları, tercihlerini yaptılar ve çıkacak sonuçları beklemeye başladılar. Yaptıkları tercihler, bundan sonraki geleceklerini şekillenmesinde önemli rol oynayacak. Ancak öğrencilerin tercihlerini de belirleyen asıl tercihler daha önce Yüksek ğratim Kurumu (YÖK) ve üniversiteler tarafından yapılmıştı. Kontenjanların dağılımı, öğrencilerin nasıl tercih yapacaklarını ve ne sonuç elde edeceklerini çok önceden belirleyen bir role sahip.
Kontenjanların dağılımı sadece öğrencilerin kaderini değil, ülkenin de kaderini belirliyor. Üniversite eğitiminin yoğunlaştığı alanlar, ekonominin ve toplumun ileriye gitmesine hizmet edebileceği, işsizliği azaltacağı ve toplumun ihtiyacı olan kalifiye elemanlar yetiştireceği gibi, bunlara tam olarak hizmet etmeyen sonuçlar da doğurabilir. Özellikle son yıllarda her ile bir üniversite açma sevdasıyla kurulan derme-çatma üniversiteler, bu amaçlara hizmet etmekten uzak durumda. İzlenen bu yol, hem gençler ve aileleri için, hem de toplum için kaynak israfı oluyor. Buralara giren öğrenciler genellikle işsizlik girdabının içine düşmekten kurtulamıyor. Ayrıca mevcut sistem, öğrencilerin arzu ettikleri alanlarda eğitim görmesini zorlaştırdığı için de yeni sorunlar yaratıyor. Üniversite mezunu olup da mesleğini yapmayan insanlar da bir başka kaynak israfı durumunda.
Bu sistemin bir ayağını da yüksek öğrenim kontenjanlarının nasıl dağıtılacağı oluşturuyor. Kontenjanların dağılımı, hükümetin, YÖK’ün ve üniversitelerin nasıl bir Türkiye kurmak istediklerinin de işaretlerini veriyor.

9 Ağustos 2012 Perşembe

Sanayi üretiminde düşüşün temel nedeni iç talepteki durgunluk


İhracat desteği ile mayısta iyi bir performans gösteren sanayi üretimi, ihracatın desteği kesilince haziranda tökezledi. Sanayi üretimi mayısa göre yüzde 1.94 gerilerken, yıllık üretim artış hızı da 3.23 puanlık bir düşüşle yüzde 2.68’e indi. Mevsim ve takvim etkisinden arındırılmış sanayi üretim endeksi de bir önceki aya göre yüzde 2 gibi kayda değer bir düşüş gösterdi. Arındırılmış sanayi üretim endeksi ocaktan bu yana ilk kez düştü.
İç talepteki durgunluk, ihracat cephesindeki dalgalanmaların sanayi üretimi üzerindeki etkisini artırdı. Mayısta sanayi ürünleri ihracatının aylık olarak yüzde 4.4 artması, üretimin de yüzde 7.5 artmasını sağlamıştı. Haziranda ise aylık ihracat artışının yüzde 0.9’a kadar gerilemesi, sanayi üretiminin nisana göre yüzde 1.94 düşmesinde etkili oldu.

6 Ağustos 2012 Pazartesi

Avrupa ve ABD merkez bankalarında neden ses var, görüntü yok?


Geçen haftaya ABD Merkez Bankası (FED) ile Avrupa Merkez Bankası’nın (FED) toplantıları damga vurdu. Finans piyasaları büyük bir umutla, iki merkez bakasından da yeni bir parasal genişleme planı açıklamalarını bekliyordu. Özellikle Avrupa Merkez Bankası’nın parasal genişleme planı açıklamasına neredeyse kesin gözüyle bakılıyordu. Çünkü ECB Başkanı Mario Draghi, kısa bir süre önce yaptığı açıklamada “Euro’yu korumak için ne gerekiyorsa yapılacağını” söylemiş ve “İnanın bana, yapacaklarımız yeterli olacaktır” diye de eklemişti.
Ancak beklentiler boş çıktı. Her iki merkez bankası da yeni hiçbir plan veya önlem açıklamadılar. Draghi’nin “ne gerekiyorsa yapılacak” sözü açık bir çek olarak kabul edilmiş ve piyasalar coşmuştu. Ama Draghi’nin çeki karşılıksız çıktı ve piyasalar aldığından fazlasını geri verdi.
İlginç olan bir nokta da her iki merkez bankasının da ekonomik durum değerlendirmelerinde durumun kötküye gittiğini tesbit etmelerine rağmen bir adım atmamış olmalarıydı. Oysa ekonomik durum hakkında bu tahlilleri yapan merkez bankalarının, buna karşı bir şey de yapmaları beklenirdi. Dünyanın en güçlü iki merkez bankasını, neden umut veriyor ama iş harekete geçmeye gelince duruyorlar?

4 Ağustos 2012 Cumartesi

Üniversitelerde kapanan kontenjanların faturası mevcut öğrenciye çıkacak


Üniversite adayları geçen haftayı tercihlerini yapmakla geçirdiler. Seçme sisteminde yapılan değişiklikler, kontenjanlardaki değişiklikler, yeni açılan üniversiteler gibi birçok “yeni”, üniversite adayı öğrencilerin başını en az sınavlar kadar ağrıttı. Üniversite seçme sistemi zaten baştan aşağı sakatlıklarla doluyken, bir de sistemin her yıl bir yerleriyle oynamak öğrencilerin yükünü ve önündeki belirsizliği iyice artırıyor. Sistemin mutlaka kökten değişmesi gerekiyor, ancak bunun uzun vadeli bütünlüklü bir satrateji içinde olması zorunlu. Ayrıca stratejinin ve yapılacak değişikliklerin takviminin, hem mevcut öğrenciler, hem de daha ortaokul lise çağındaki müstakbel adayların da baştan bilmesi gerekiyor.
Şimdiki gibi stratejiden yoksun bir şekilde her yıl sistemin bir yanıyla çoğu kaz da son dakikada oynayarak, hatta bazı kararları uygulamaya bile sokmadan geri çekecek kadar belirsizlikler içinde doğru bir yere varmak mümkün değil. Bu durumun da faturasını hep öğrenciler ve aileleri çekiyor.

30 Temmuz 2012 Pazartesi

Sanayi devlerinin performansı, neden ekonomiyle aynı değil?


İstanbul Sanayi Odası’nın Türkiye’nin en büyük 500 sanayi kuruluşu araştırması, sanayi devlerinin yapısal zaaflarını bir kez daha ortaya koydu. Verimlilik ve mali yapıda zayıflıkları olan sanayi devleri, dönemsel dalgalanmalardan aşırı ölçüde etkileniyorlar. Finansal yapıdaki bozukluklardan ötürü de en fazla da finansal alandaki dalgalanmalardan etkileniyorlar. Bu yüzden de 500 büyüğün performansı, reel ekonominin durumuyla taban tabana ters hareketler gösterebiliyor. Örneğin ekonominin küçüldüğü zamanlarda karları artan sanayi devleri, ekonominin hızla büyüdüğü yıllarda aynı kar artışını gösteremeyebiliyor.
Bunun temel nedeni iç içe geçen ve birbirini besleyen yapısal bir zaaf. Bir yanda sanayi devlerinin verimlilikleri yetersiz, diğer yanda da borçluluk oranları yüksek. Borçluluk oranının yüksek olması, faizlerdeki oynamalardan şirketlerin aşırı ölçüde etkilenmesine yol açıyor. Bu yıl faizlerin biraz yükselmesi, sanayi devlerinin karlarında ciddi bir aşınmaya yol açtı.

28 Temmuz 2012 Cumartesi

Üniversite sınavına giren 5900 öğrenci liseyi kazanacak!


Üniversite sınavına giren 5900 öğrenci liseyi kazanacak! Şaka gibi ama gerçek. Bunu kim söylerse söylesin inanmak mümkün değildi. Ama söyleyen Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi (ÖSYM) olunca iş değişiyor. Bu bilgi, ÖSYM’nin, üniversite sınavına giren öğrencilerin tercihlerini yapmalarına yardımcı olmak üzere yayınladığı kontenjan kılavuzunun dipnotlarında yer alıyor.
Kılavuzda sınavsız geçişle öğrenci alacak bazı önlisans programlarının karşısında parantez içinde (Bk 309), (Bk 450) gibi notlar var. Bu notların ne olduğuna bakacak olursanız şöyle ifadelerle karşılaşıyorsunuz:
* “Bu programa kayıt olan öğrencilerin önlisans eğitim-öğretimleri, Midyat EML’de gerçekleştirilecektir.”
* “Bu programa kayıt olan öğrencilerin önlisans eğitim-öğretimleri, Batman TL’de gerçekleştirilecektir.”
Bu örneklere bakıp garabetin sadece Güneydoğu’da yaşandığını sanmayın. Türkiye’nin her yerinden örneklere rastlamak mümkün.

23 Temmuz 2012 Pazartesi

Bütçe bir ayda övünecek halden, dövünecek hale geldi


Ekonomi yönetiminin en fazla övündüğü konuların başında bütçe dengesi geliyor. Mayıs ayı 4.6 milyar TL gibi az görülecek bir bütçe fazlası kaydedilmişti. 5 aylık bütçe dengesi de sadece 432 milyon liralık küçük bir açık gösteriyordu. 5 aylık bütçe de dengde sayılırdı.
Haziran ayına gelince manzara aniden değişti. Mayısta 4.6 milyar TL fazla veren bütçe, bir anda 6.3 milyar TL açık verdi. Oysa bütçe sadece mayıs ayında değil geçen yılın haziranında da 3.1 milyar lira fazla vermişti. Haziran ayındaki yüklü açıkla birlikte bütçe, yılın ilk yarısını da 6.7 milyar lira açıkla kapatmak durumunda kaldı.
Haziran ayına gelene kadar bütçe performansıyla övünen Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, bu kez sosyal güvenlik açıklarından, zorlu kış koşulları nedeniyle yapılan afet yardımlarından, yerel yönetimlere yapılan aktarımlardan, Devlet Demiryolları’nın yatırımları için verilen 1.9 milyar liradan yakındı. Hatta Maliye Bakanı Şimşek’in yakınmalarından vergi artışı sinyali çıkartanlar bile oldu.
Bütçenin bir anda ak iken karaya dönmesi, dışı dengede gözükse de içinin sağlam olmamasından kaynaklanıyor. Bütçenin üzerine oturduğu yapısal dengesizlikler, onu son derece kırılgan hale getiriyor. Bu durum da bütçeyi her rüzgardan aşırı ölçüde etkilenmesine yol açıyor.

21 Temmuz 2012 Cumartesi

OECD’nin gerçek işsizlik şampiyonu Türkiye


Ekonomi yönetiminin özellikle her yurtdışı seyahatı dönüşünde kriz sonrası işsizlik oranında sağlanan düşüşte Ekonomik İşbirliği ve kalkınma Örgütü (OECD) içinde en başarılı ülkenin Türkiye olduğunun altını çizerler.
İstihdam ve işsizlik sorununa sadece hesaplanan işsizlik oranı ile sınırlı bakarsak manzara böyle gözüküyor. Türkiye’de işsizliğin zirveye çıktığı 2009 yılını temel alırsak iki yılda işsizlik oranında OECD verilerine göre 4.3 puanlık bir düşüş var. Bu süre içinde OECD’de ortalama işsizlik oranı sadece 0.2 puan gerilemiş dorumda. Ancak bunda krizin ikinci dalgasının vurduğu Avrupa’nın birçok ülkesinde işsizlik oranının 2009’dan daha yüksek olmasının da büyük rolü var.
İşsizlik oranı hesaplanırken, çalışabilir durumda olduğu halde iş aramayan işsizler hesaba katılmıyor. Bu yüzden boşta gezen ama iş aramayanların sayısı arttıkça işsizlik oranının düşmesi gibi garip bir durum ortaya çıkıyor. Türkiye’nin işsizlik oranını “güzelleştiren” de işte bu grup.

17 Temmuz 2012 Salı

İşsizlik kadın makyajıyla “güzelleşti”


·                           Sanayi ve hizmetlerdeki duraklamaya karşın tarım ile inşaatta istihdamın geçen yıldan da hızlı artması, nisanda işsizlik oranının yüzde 9’a inmesini sağladı. İşsizlikteki düşüşte ev kadınlarının ücretsiz aile işçisi olarak tarımda çalışmaya başlamaları belirleyici oldu.
·                            

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), mart, nisan ve mayıs aylarının ortalamasını yansıtan nisan döneminde işsizlik oranının hem marta hem de geçen yıla göre 0.9 puan gerileyerek yüzde 9’a indiğini açıkladı. İşsiz sayısı geçen yıla göre 220 bin, marta göre 190 bin kişi azalarak 2 milyon 425 bin oldu. Yatay bir seyir izleyen mevsim ve takvim etkisinden arındırılmış işsizlik oranı ise marta göre 0.04 puan gibi küçük bir gerilemeyle yüzde 9.03 oldu.

16 Temmuz 2012 Pazartesi

İç talep, kısa vadeli dış borçları ateşledi


Yılın ilk çeyreğinde iç talep yerinde saymış ve büyümeye katkısı 1 puanın bile altına inmişti. Geçen iki yılda büyüme, sırtını tamamen iç talebe dayamıştı. İç talep, sıcak para ile balon gibi şişerken cari açık tehlikeli düzeylere çıkmıştı. Bu durum ekonomik yapıda büyük bir dengesizliğin göstergesiydi. Ancak ilk çeyrekte durumun tam tersine dönmesi ve iç talebin sert fren yapması da bir dengelenme değil yeni bir dengesizlik haliydi.
İlk çeyreğe damgasını vuran bu manzara, mart ayında sıcak para girişinin artmasıyla birlikte değişmeye başladı. Nisan ve mayıs verileri, iç talepteki hareketlenmenin sürdüğünü teyid etti. Özellikle mayıs ayına ilişkin sanayi üretimi ve dış ticaret verileri, iç talepte hızlı bir hareketlenmeye işaret ediyor.

14 Temmuz 2012 Cumartesi

100 milyonluk Türkiye rüyasıyla nereye kadar?


Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), Dünya Nüfus Günü nedeniyle Türkiye ve dünyadaki nüfus eğilimleri hakkında küçük bir rapor yayınladı. TÜİK’in tahminlerine göre Türkiye’nin nüfusu 2050 yılında bile 100 milyona ulaşamayacak. TÜİK tahminlerine göre Türkiye’nin nüfus artış hızı giderek yavaşlayacak ve nüfusu 2050 yılında 94.6 milyon kişiye ulaşacak.
“100 milyonluk Türkiye” sloganı politikacıların, toplumun ulusal grurunu okşamak için oldukça sık kullandıkları kalıp ifadelerden birisi. Uluslararası alanda büyüklük ve güç ifadesi olarak kullanılan bu sloganın dayandığı mantık, “Nüfusumuz fazla olursa, kimse bize kafa tutamaz” şeklinde özetlenebilir. Bu çağda artık nüfus büyüklüğünün, dünya ölçüsünde etkin bir ülke olmaya yetmeyeceği açık. Nüfusun fazla olması, ekonomik ve sosyal olarak gelişmiş ve sağlam bir ülke olmaya yetmiyor.

10 Temmuz 2012 Salı

Mayısta sanayiyi ihracat değil iç talep gazladı


·                           Sanayi üretimi mayısta geçen yıla göre yüzde 5.9, nisana göre yüzde 7.46 artarak beklentileri aştı. Nisana göre hem üretim, hem de ithalatın, ihracattan daha hızlı artması, mayıstaki hareketlenmede iç talebin belirleyici olduğunu gösteriyor. Yılın ilk çeyreğinde durgun olan iç talebin ikinci çeyrekte hareketlendiği görülüyor.
Sanayi üretimi, mayısta bir önceki yıla göre yüzde 5.9 artarak beklentileri aştı. Bu sanayi üretiminde son 6 ayda görülen en yüksek yıllık artış oldu. Sanayi üretimi nisan ayına göre de yüzde 7.46 arttı. Mevsim ve takvim etkisinden arındırılmış sanayi üretimi endeksi de nisan ayına göre yüzde 1.06 yükseldi. Mevsim ve takvim etkisinden arındırılmış sanayi üretim endeksi, bir önceki aya göre 4 aydır kesintisiz olarak artıyor.

9 Temmuz 2012 Pazartesi

Buna ekonomide dengelenme oldu diyebilir miyiz?


Sırtını sıcak parayla beslenen hormonlu büyümeye dayayan ekonomi politikaları, cari açığı en yüksek risk odağı haline getirdiği için ekonomi tartışmalarının ana ekseni iç ve dış talep dengelenmesine kaymış durumda. 2012 yılı ilk çeyreğinde iç talep artışının büyümeye katkısı düşerken ihracat artışı ve ithalattaki düşüşün katkısının belirleyici hale gelmesi, kimilerince ekonomide dengelenmenin sağlandığının bir göstergesi olarak sunuldu. Gerçekten veriler, bize ekonomide bir dengelenme olduğunu ve sağlam bir zemine oturduğunu söylüyor mu?
Önce iç talep cephesine bakalım. İlk çeyrekte toplam yatırım ve nihai tüketim harcamalarından oluşan ilk talepteki büyüme yüzde 0.9’a indi. Özel kesimde talep artışı ise yüzde 0.4’e kadar düştü. Devletin harcamalarını yüzde 4.7 artırması, ortalamanın biraz daha yüksek olmasını sağladı. Yılın ilk çeyreğinde iç talep büyümeye sadece 1 puanlık bir katkı yaptı. Bunun da 0.4 puanı özel kesimden, 0.6 puanı devletten geldi.
Dış talep cephesine gelince ihracat milli gelir anlamında yüzde 13.2 artarken ithalat yüzde 5 geriledi. Böylece ihracat büyümeye 3 puan, ithalattaki düşüş de 1.55 puan katkı yaptı. Net dış ticaretin toplam katkısı 4.55 puana çıktı.
İç talebin, devlet katkısındaki artışa rağmen sadece yüzde 0.9 büyümesi, ekonomi için sağlam bir zemin sayılabilir mi? Nasıl ki büyümenin tamamen veya ezici ağırlıkla iç talebe dayalı olması bir dengesizlikse, iç talep artışının bu kadar düşmesi de bir dengesizlik halidir. Nitekim 2001 ve 2008-2009 kriz dönemleri dışında iç talep artışının ve iç talebin büyümeye katkısının bu kadar düştüğü bir dönem yok. Yani iç talep büyümesinin düştüğü yer, ancak kriz dönemleriyle karşılaştırılacak bir düzeyde.

7 Temmuz 2012 Cumartesi

Büyüme yavaşlarken gelir dağılımı nasıl etkilenecek?


Yılın ilk çeyreğine ait büyüme verileriyle birlikte hanehalkı tüketim harcamalarına ilişkin veriler de açıklandı. Hanehalkı tüketim harcaması verileri, bireysel tüketim harcamalarının büyümeye ne kadar katkı yaptığının yanısıra ailelerin harcamaları arasındaki dengesinin nasıl değiştiği hakkında da bilgi veriyor. Ayrıca büyüme hızındaki değişimlerin, ailelerin tüketim tercihlerini nasıl etkilediği hakkında fikir sahibi oluyoruz.
Ekonomi geçen yılın son çeyreğinden başlayarak belirgin bir yavaşlama sürecine girmiş durumda. Büyüme hızı, geçen yılın son çeyreğinde yüzde 5.2’ye, bu yılın ilk çeyreğinde ise yüzde 3.2’ye geriledi. Bireysel tüketim harcamalarındaki hız kaybı daha yüksek oldu. Bireysel tüketim harcamalarının artış hızı geçen yılın son çeyreğinde yüzde 3.4’e indikten sonra ilk çeyrekte yerinde saydı. Türkiye’de yaşayanların yurtiçi tüketimi, geçen yılın son çeyreğinde yüzde 3.54 artarken bu yılın ilk çeyreğinde sadece yüzde 0.4 artabildi. Türkiye’de yaşayanların yurtdışı harcamaları ise son çeyrekte yüzde 8.9 düştükten sonra bu yılın ilk çeyreğinde yüzde 39.5 gibi keskin bir düşüş gerçekleştirdi.

3 Temmuz 2012 Salı

Büyüme fren yaptı, cari açık yapmadı


Yılın ilk çeyreğinde iç talep keskin bir fren yaparken ihracattaki artış ile ithalattaki azalma ekonominin yüzde 3.19 büyümesini sağladı. Mevsim ve takvim etkisinden arındırılmış üç aylık milli gelirin bir önceki çeyreğe göre artışı da yüzde 0.18 düzeyinde kaldı. Mevsim ve takvim etkisinden arındırılmış yıllık milli gelirin bir önceki çeyreğe göre artışı ise yüzde 0.63’e geriledi. Bu artış, yıllık yüzde 2.54’lük bir büyüme hızına karşılık geliyor.
İç talebe dayalı yüksek büyüme dönemi sona ererken, büyümenin seyri dış ticaretteki gelişmelere bağlı hale geldi. Önümüzdeki dönemde dış ticaretin büyümeye katkısının azalma ihtimali, büyümede sert iniş senaryolarını canlı tutuyor. Buna rağmen cari açığın milli gelire oranı tehlikeli düzeyde kalmaya devam etti.

2 Temmuz 2012 Pazartesi

Avrupa borç krizi zirvesinden çıkan pakette para yok


Geçen hafta Avrupa borç krizinin çözüm planı için yapılan liderler zirvesine Almanya Başbakanı Merkel çok katı bir tutumla girdi. Merkel’in duruşu, zirveden beklentileri azalttı. Zirve cuma sabaha karşı anlaşma ile sonuçlanınca piyasalar adeta uçuşa geçti. Zirve sonuçları İtalya ve İspanya için zafer, Merkel için bir U  dönüşü olarak yorumlandı.
Ancak konu biraz daha yakından irdelenirse, borç krizinin çözümünde birçok temel sorunun hala yanıtsız olduğu görülüyor. Ayrıca ortaya çıkan sonuç ne İtalya için bir zafer, ne de Almanya için yenilgi olarak nitelenebilir durumda değil. İtalya ve İspanya’nın kazandık dediği noktaların hayata geçmesi zamana ve şartlara bağlı. Kaybetti denen Almanya ise zamana yayılan bütün bu sürecin her aşamasını kontrol etme ve veto etme imkanını elinde tutuyor.

30 Haziran 2012 Cumartesi

Sezaryende başımıza gelenler, neden Latin Amerika’nın aynısı?


Kürtaj yasağıyla birlikte tartışma gündemimize giren konulardan birisi de sezaryene de yasak veya kısıtlama getirilmesi oldu. Kürtajda yasak tezine herhangi bir şekilde destek verebilecek nitelikte hiçbir istatistiki veri yok, ama sezaryan için durum çok farklı. Son yıllarda sezaryende gerçekten bir patlama yaşandı.
OECD verilerine göre Türkiye’de sezaryen oranı 2006’da yüzde 29.7 düzeyindeydi. Sezaryen oranı 2007’de birden sıçrama yaparak yüzde 36’ya çıktı. Sezaryen’in 2007’de başlayan önlenemez yükselişi, daha sonra da sürdü. Sağlık Bakanlığı’nın verilerine göre sezaryenle doğum oranı 2009’da yüzde 45.4’e, 2011’de yüzde 46.6’ya ulaştı. Bu yılın ilk üç ayındaki oran ise yüzde 51.1.
Bu anormal duruma yol açan nedenleri bulmak, sorunun çözümünde birinci adım. 2006’dan sonra kadınlar birden bire sezaryen istemeye mi başladı? Yoksa hükümet sözcülerinin dillendirdiği gibi sebep, hastane ve doktorların 2006'dan sonra birden bire gözünü para hırsı bürümesi mi?

25 Haziran 2012 Pazartesi

Yeni teşvik sistemi, söylenenin tersine katma değeri düşük yatırımları özendirecek


Yeni teşvik sisteminin uzun süredir bekleyen sektörel ayrıntılar da nihayet açıklandı ve yürürlüğe girdi. Yeni sistemin maddi ayağı, yani vergi indirimleri, devlet katkısı oranı, faiz desteği, gelir vergisi ve sigorta primi desteği gibi noktaları daha önce açıklanmıştı. Şimdi hangi sektörlerin hangi ilde nasıl destekleneceğine ilişkin düzenleme de açıklandı. Böylece resmin tamamı ortaya çıkmış oldu.
Maddi destekler bölümü açıklandığında yaptığımız hesaplama ile değişiklikten karlı çıkan illerin sayısının zararlı çıkanlardan daha az olabileceğini örnek bir hesaplamayla göstermiştik. Yapılan sunumlarda en fazla desteğin sağlandığı 6. bölgeye sağlanan imkanlara vurgu yapılıyor ve bu imkanlarla Doğu ve Güneydoğu’daki illerin Avrupa’nın Çin’i olacağı anlatılıyor. Ancak resmin bütününe bakınca teşvik sınıflamasında 2, 3 ve 4. bölgede yer alan illerden kayba uğrayanların sayısı da oldukça fazla.
Bu yeniliklerin yatırımcılarda il tercihlerini ne ölçüde değiştireceğini görmek için zamana ihtiyaç var. Çünkü yatırımlarda il tercihini sadece devlet katkısının düzeyi belirlemiyor.
Ancak sektörlere ilişkin düzenlemelere bütünlüklü olarak baktığımızda, söylenenin tersine asıl etkinin katma değeri düşük yatırımlarda olma ihtimali oldukça yüksek gözüküyor. Sektörlere ve illere yönelik düzenlemelerde katma değeri düşük alanlardaki kısıtlamaların daha da gevşetildiğini görüyoruz.

23 Haziran 2012 Cumartesi

Kürtajı bırak, ana çocuk sağlığına bak


Kadınların ve kamuoyunun hükümetin kürtaj yasağı girişimine gösterdikleri tepki, önce konunun soğutulmasına daha sonra da sessizce geri adım atılmasına yol açmış gözküyor. Bundan sonraki uygulamanın nasıl olacağının garantisi olmasa da kadınların tepkisi bir sonuç vermiş gözüküyor.
Kürtaj yasağının dayandırıldığı gerekçeler de son derece çürük gerekçelerdi. Temel iddia, kürtaj ve sezaryenin Türkiye’nin nüfus artışını düşürmek isteyenlerin uluslararası komplosu olduğuydu. Türkiye’nin doğurganlık, kürtaj, ana ve çocuk sağlığı verilerini uluslararası verilerle karşılaştırdığımızda bu durum net olarak ortaya çıkıyor.
  •  Türkiye’de doğurganlık hızı yavaşlasa da gelişmiş dünyanın oldukça üzerinde. Türkiye’de doğurganlık hızı, 2001’de 2.37 iken 2010’da 2.03’e geriledi. Yani her kadının ömür boyu yaptığı ortlama doğum sayısı geriliyor. Buna bağlı olarak genç nüfusun toplam içindeki payı da geriliyor. Ancak buna rağmen Türkiye hala doğurganlık hızı yüksek ve nüfusu en genç ülkeler arasında.

18 Haziran 2012 Pazartesi

Yunan seçiminin kesin mağlubu belli: IMF-AB paketi


Bugün tüm dünyada ekonomi gündeminin başında Yunanistan seçim sonuçları ve bunun olası etkileri olacak. Seçimden önce yapılan son kamuoyu yoklamalarında sağcı Yeni Demokrasi ile sol ve sosyalist grupların ittifakı olan SYRIZA kafa-kafaya yarışıyorlardı. Yeni Demokrasi Partisi, Troika diye adlandırılan IMF, AB ve Avrupa Merkez Bankası üçlüsünün dayattığı “kurtarma planını” destekliyor. SYRIZA ise Yunanistan’ın egemenliğini tartışılacak hale getiren ve çalışan kesimlere ağır faturalar öngören kemer sıkma paketini reddediyor.
Seçimlerden hangi partinin önde çıkacağı ve nasıl bir koalisyon kurulacağı üzerine çeşitli senaryolar günlerdir konuşuluyor. Seçimlerden hangi parti birinci çıkarsa çıksın, bu seçimin kesin mağlubunun Troika ve onun “kurtarma paketi” olacak. Çünkü Troika’nın seçimi kazanmasını arzuladığı Yeni Demokrasi Partisi bile seçimi kazansa artık eski kemer sıkma paketini aynen uygulamak mümkün olmayacak. AB sözcülerinin ve Almanya Başbakanı Merkel’in “paketten taviz yok” yollu açıklamalarına rağmen, eski paket önemli ölçüde yumuşatılmak zorunda kalacak.

16 Haziran 2012 Cumartesi

Derdimiz kürtajın çok olması değil, eğitim ve işin az olması


Kürtaj yasağına gerekçe bulmaya çalışanların dayandığı temel tezlerden birisi, bunun Türkiye’nin nüfus artış hızını düşürerek büyümesini ve dünyada daha etkili olmasını engelleyeceği iddiası. Eğer gerçekten sorun bu ise önümüzdeki engelleri önem sırasına koymaya kalksak kürtaja pek sıra gelmez. Sosyal alanda barış, eşitlik, adalet, sağlık, eğitim ve istihdamın; ekonomi alanında ise katmadeğeri yüksek ve kendine yeterli üretimin ilk sıralarda yer alacağı da kesindir.
Sadece istihdam alanındaki durumumuzu dünya ile karşılaştırmak bile bu sorun karşısında kürtajın devede kulak bile olmayacağını görmemize yeter.

11 Haziran 2012 Pazartesi

Bankaları kurtarmak, İspanya’yı kurtarmaya yetecek mi?


Sonunda İspanyol hükümeti banka batıklarının temizlenmesi için destek talep etti ve 100 milyar Euro’luk bir yardım paketi için anlaşma sağlandı. İspanya’daki banka batıklarının kökü emlak balonunda yatıyor. Emlak balonu patlayınca hem krediyle konut alan aileler, hem de bankalar enkaz altında kaldı. Bankaların hem ellerindeki teminatların değeri düştü, hem de batık miktarı arttı. Böylece banka bilançolarında büyük tahribat ortaya çıktı.
Hükümetler de sorunu sürekli ertelemeyi tercih ettiler. Ancak bankalardaki kriz, hükümetin borçlanmasının önünü tıkayınca, erteleme imkanı da kalmadı. Buna rağmen İspanya Başbakanı Rajoy daha iki hafta önce, bırakın dışarıdan yardım talep etmeyi “Herhangi bir banka kurtarma olmayacak” demişti.
İspanya hükümetinin iki hafta içinde tam tersi bir noktaya gelmesinde Yunanistan seçimlerini SYRIZA’nın kazanma ihtimali nedeniyle artan uluslararası baskılar belirleyici oldu. Çünkü dayatılan kemer sıkma paketini kabul etmeyen SYRIZA’nın iktidar olması, Euro’dan çıkışa kadar gidecek sarsıntılı bir süreci tetikleyecek. Bu sarsıntı, İspanya’yı da kurtarılma noktasına sürükleyebilir. Bu da sadece Euro bölgesini değil, tüm dünyayı sarsacak ikinci bir Lehman bombası rolü oynayabilir.

2 Haziran 2012 Cumartesi

Kürtaj tartışmasında rakamlar konuşursa kim haksız çıkar?


Bir haftadır toplumu bölen yeni bir tartışmamız oldu: Kürtaj. Herkes kendi bilgi, inanç ve duruşuna göre birşeyler söylüyor. Gerçeği daha iyi görmek için sözü rakamlara bırakmakta yarar var. Birleşmiş Milletler, Dünya Sağlık Örgütü ve bu alanda araştırmalar yapan uluslararası kuruluşların tüm dünyadan derlediği veriler bize ne diyor, birlikte bakalım:

Ø                 2008 yılı verilerine göre gelişmiş ülkelerde yılda 6 milyon, gelişmekte olan ülkelerde 38 milyon kadın kürtaj oluyor. Kürtaj oranları gelişmiş ülkelerde biraz daha yüksek olmakla birlikte arada büyük uçurum yok. 2008’de gelişmiş ülkelerde, doğurma çağındaki her bin kadının 24’ü kürtaj olurken, gelişmikte olan ülkelerde bu oran binde 29. Her kıtada, her ülkede, her dinden ve her kültürden insanlar istenmeyen hamilelikle karşılaştıklarında kürtaja başvurabiliyor. Bu veriler, “Kürtajın dini, dili, ırkı, ülkesi yok. Kürtaj insana dair bir olgu ve insan hayatının bir parçası” diyor.

26 Mayıs 2012 Cumartesi

Yunanistan’ı memur maaşı değil, politik yolsuzluklar batırdı


Grev hakkı olmadığı için bir oyundan farkı kalmayan kamu çalışanlarının toplusözleşme tartışmaları sırasında hükümet sözcülerinin komik zam önerilerini savunmaya çabalarken en fazla kullandıkları gerekçelerden birisi “Fazla zam verirsek Yunanistan’a döneriz” iddiası oldu.  Hükümet sözcüleri “Memur zammı bizi Yunanistan’a çevirir” iddiasını yüksek sesle tekrarlayıp dururken, vergi kaçakçılarına yeni bir af tasarısı sessiz sedasız Meclis Plan ve Bütçe Komisyonu’ndan geçirildi. Hükümetin yeni tasarısı, vergi kaçakçılarına büyük indirimler ve uzun taksit imkanları sunan son vergi affının taksitlerini bile ödemeyenler için yeni fırsatlar sunacak. Oysa Yunanistan’ı memur maaşları değil, tam da vergi kaçakları ve yolsuzluklar bu hale düşürdü.
Yunanistan kriziyle ilgili çarpıtlamaların başında “Yunanlılar tembel. Az çalışıp çok harcıyorlar” iddiası geliyor. Oysa OECD verileri bunun tam tersini gösteriyor. Yunanlılar OECD içinde Güney Koreliler’den sonra en fazla çalışan ulus. 2010 verilerine göre Yunanistan’da bir kişi yılda ortalama 2 bin 109 saat çalışıyor. Yani ortalama bir Yunanlı, bir Alman’dan yılda 690 saat ve yüzde 49 daha fazla çalışıyor.

21 Mayıs 2012 Pazartesi

Kiribati’ye un satmak, Bakan Çağlayan’ı ‘çatlamak’tan kurtarır mı?


Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, geçen salı günü katıldığı toplantılarda renkli üslubuyla ihracat başarısını anlatırken “İhracat yapamadığımız tek bir yer var. Kiribati diye bir ada ülkesi. Çok küçük bir yer. Alın atlasa bakın, bulabilirseniz biraz büyük bir mercekle bakın. Evelallah oraya da ihracat yapacağız. Mutlaka malı satacağız, yoksa çatlarım vallahi” dedi. Çağlayan Kiribati’ye de ihracat yapabilmek için özel çalışmalar geliştirdiklerini, kesin kararlı olduklarını, kendisinin de oraya gideceğini söyledi. Ancak Çağlayan’ın o kadar uzaklara gitmesine gerek kalmadı. Aradan daha iki gün geçmeden, bir başka toplantıda, müjdeyi bizzat kendisi verdi ve iki firmanın Kiribati’ye un ihraç ettiğini duyurdu.
İki firmanın Kiribati’ye un ihraç etmiş olması, Ekonomi Bakanı Çağlayan’ı kendi deyimiyle “çatlamak”tan kurtarmaya yeter mi? Dış ticaret açığı bir yıl yüzde 85, ertesi yıl yüzde 48 artmışsa, övünülen ihracat artışı yüzde 2 bile değilken  ithalat artışı yüzde 30’u bulmuşsa, bu soruya “yeter” cevabı vermek imkansız.
Kaldı ki Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verileri de Bakan Çağlayan’ı pek doğrulamıyor.

20 Mayıs 2012 Pazar

Memura yüzde 3+3 zam teklifinin adaleti yok


12 Eylül referandumu ile memurlar için gelen toplusözleşme “hakkı”nın, 12 Eylül darbesi artığı eski anayasadaki uygulamadan temelde bir farkı olmayacak. Yine hükümetin dediği olacak. Çünkü son sözü başkanı ile çoğunluğunu hükümetin atadığı bir kurul söyleyecek. Çalışanın grev hakkı olmayınca adına ister toplu görüşme, ister toplu sözleşme deyin, olayın bir tiyatro oyunundan farkı kalmıyor.
Böyle olunca hükümet de tiyatro sahnesini, anayasa değişikliği öncesi olanlardan hiçbir farkı olmayan bir oyunla başlattı. Hükümet adına Çalışma Bakanı Faruk Çelik, memurlara 2012 yılı için yüzde 3+3, 2013 yılı için ise yüzde 2+3 zam teklif ettiklerini açıkladı. Çelik teklifin, yüzde 5’lik enflasyon hedefine ve 2012-14 yıllarını kapsayan Orta Vadeli Plan’a (OVP) uygun olduğunu söyledi.
Şimdiye kadar ne enflasyon hedefinin, ne de OVP hedeflerinin hemen hemen hiçbirinin tutturulamadığı ortadayken, hükümetin memurların önüne aynı gerekçeyi koyma rahatlığını göstermesi, memurların grev silahının olmamasından kaynaklanıyor.

14 Mayıs 2012 Pazartesi

Martta döviz girişi arttı, ekonominin freni gevşedi


Mart ayı ekonomik verilerine geçen yılla karşılaştırarak bakarsak, ekonomide hatırı sayılır bir yavaşlama olduğunu söyleyebiliriz. Sanayi üretiminin yıllık artış hızı, yüzde 2.4’e kadar geriledi. Birinci çeyrek sanayi üretiminin geçen yıla göre artışı da yüzde 2.75 oldu. Bu 4. çeyrekteki yüzde 6.46’lık artışın yarısından bile daha az. Geçen yılın ilk çeyreğindeki yüzde 14.37’lik artışın ise beşte birinden düşük.
Aynı durum cari açık için de geçerli. Mart ayı cari açığı geçen yıla göre yüzde 36 düştü. Üç aylık toplam cari açık da geçen yıla göre yüzde 25 azaldı.
Bu görünümde, baz etkisinin de büyük rolü var. Geçen yılın ilk yarısı gerek sanayi üretiminde, gerekse cari açıkta hızlı bir artışa sahne olmuştu. Karşılaştırmayı böyle bir dönemle yaptığımız için, cari açıkta da, sanayi üretiminin artış hızında da ciddi bir düşüş gözüküyor.
Ekonomide eğilimlerin değişkenlik arzettiği dönemlerde, gelişmenin seyrini daha iyi görebilmek için ekonomideki aylık gelişmelere de bakmak önem kazanıyor. Mart ayı verilerine bu gözle bakınca, ekonomideki yavaşlama eğiliminin tersine işaretler olduğu görülüyor:

12 Mayıs 2012 Cumartesi

Otoda rekabetin ağırlığı orta düzey illere kayıyor


Son yılların en hızlı büyüyen pazarlarından birisi olan otomotivde büyümenin ağırlık noktası, gelişmiş illerden orta gelişmişlikteki illere kayıyor. Gelişmiş illerde bin kişiye düşen otomobil sayısındaki artış Türkiye ortalamasının altında kalırken, orta gelişmişlik düzeyindeki illerde ortalamanın oldukça üzerine çıkıyor. Gelişme düzeyi açısından alt sıralarda yer alan illerde de nüfusa göre otomobil sayısındaki artış, Türkiye ortalamasının çok altında.
Bu gelişmenin çarpıcı örneklerinden birisini İstanbul oluşturuyor. Bin kişiye düşen otomobil sayısında altıncı sırada yer alan İstanbul, otomobil sahipliğindeki artışta sondan 19. sırada yer aldı. 2011 yılı verilerine göre Türkiye’de her bin kişiye 108.6 otomobil düşüyor. İstanbul’da ise bin kişiye düşen otomobil sayısı 140 ile Türkiye ortalamasından 31.4 adet daha fazla. Geçen yıl Türkiye’de bin kişiye düşen otomobil sayısı 6.2 adet arttı. İstanbul’daki artış ise 2.6 ile Türkiye ortalamasının yarısından bile düşük düzeyde kaldı.

7 Mayıs 2012 Pazartesi

‘S&P ideolojisi’, kime rehberlik etti?


Geçtiğimiz hafta uluslar arası kredi derecelendirme kuruluşu Standard and Poor’s (S&P) Türkiye’nin kredi derecesi görünümüne ilişkin değerlendirmesini “olumlu”dan “durağan”a çevirdi. S&P’nin Türkiye’nin döviz cinsi borçlanması için verdiği not “yatırım yapılabilir” düzeyin altındaydı. Burada bir değişiklik olmadı. S&P, sadece gidişatın yönüne ilişkin görüşünü değiştirdi. Daha önce gelişmelerin olumlu yönde olabileceğini ve Türkiye’nin notunun yükselme ihtimali olduğunu düşünüyordu. Şimdi ise durumda bir değişiklik olma itimalinin düşük olduğunu ve notun 1-1.5 yıl daha değişmeden kalacağını düşünüyor.
Özet olarak, asıl önemli olan notun kendisinde bir değişiklik yok. Sadece geleceğe ilişkin beklentide bir kademe bozulma var. Bu haliyle bakınca aslında çok da büyütülecek bir değişiklik değil. Ama hükümetin bu karara tepkisi çok büyük oldu. En sert tepkiyi de bizzat Başbakan Erdoğan verdi ve S&P’nin kararını “ideolojik” diye suçladı ve kuruluşu bir anlamda Türkiye ile olan sözleşmelerini iptal etmekle tehdit etti.
Tepkinin büyüklüğü, ekonominin dışarıdan kaynaklanan oynamalara ne kadar hassas hale gelmiş olduğunu da gözler önüne seriyor. Eskiden olsa bu küçük değişiklik, hükümeti bu kadar öfkelendirmezdi. 10 yıllık iktidarı boyunca S&P ile sözleşme imzalayıp kesintisiz çalışmış olan hükümetin, kurumun kararlarını alırken “ideolojik” davrandığını bugün dile getirmesi, kırılganlığın artmasından kaynaklanıyor.

5 Mayıs 2012 Cumartesi

İŞKUR verilerine göre TÜİK, işsizliği yarı yarıya düşük hesaplıyor


İşsizlik TÜİK’in en fazla tartışılan verisi haline geldi. Tarımda verimlilik düşerken istihdamın sürekli bir şekilde artıyor olması en ciddi soru işaretlerinden birisi oldu. Ekonomik ve sosyal konjonktürde bir değişiklik olmadığı halde bu yıl işgücüne katılım eğiliminin önceki iki yıla göre radikal bir değişiklik göstermiş olması da yeni bir tartışma konusu. Çünkü bu değişiklik sayesinde, son aylarda istihdam düşmesie rağmen işsizlik artmadı. Bu yıl çalışmayı bırakarak eve dönem kadın sayısının geçen yılın iki katına çıkması, istihdamdaki azalmaya rağmen işsizliğin artmasını önlemiş gözüktü.
Daha önce irdelediğimiz bu iki nokta gibi kafa karıştıran üçüncü bir nokta da TÜİK’in işsizlik verileri ile İŞKUR’un kayıtlı işsiz verileri arasındaki uyumsuzluk. Bu uyumsuzluk küçük boyutta olsa, iki kurumun kayıt ve hesaplama yöntemlerinin farklı olması nedeniyle olağan karşılanabilir. Ancak aradaki fark, iki kurumun da verileri hakkında soru işareti yaratacak kadar büyük.

4 Mayıs 2012 Cuma

Enflasyonu sadece enerji zamları ateşlemedi


İşsizlik TÜİK’in en fazla tartışılan verisi haline geldi. Tarımda verimlilik düşerken istihdamın sürekli bir şekilde artıyor olması en ciddi soru işaretlerinden birisi oldu. Ekonomik ve sosyal konjonktürde bir değişiklik olmadığı halde bu yıl işgücüne katılım eğiliminin önceki iki yıla göre radikal bir değişiklik göstermiş olması da yeni bir tartışma konusu. Çünkü bu değişiklik sayesinde, son aylarda istihdam düşmesie rağmen işsizlik artmadı. Bu yıl çalışmayı bırakarak eve dönem kadın sayısının geçen yılın iki katına çıkması, istihdamdaki azalmaya rağmen işsizliğin artmasını önlemiş gözüktü.
Daha önce irdelediğimiz bu iki nokta gibi kafa karıştıran üçüncü bir nokta da TÜİK’in işsizlik verileri ile İŞKUR’un kayıtlı işsiz verileri arasındaki uyumsuzluk. Bu uyumsuzluk küçük boyutta olsa, iki kurumun kayıt ve hesaplama yöntemlerinin farklı olması nedeniyle olağan karşılanabilir. Ancak aradaki fark, iki kurumun da verileri hakkında soru işareti yaratacak kadar büyük.

30 Nisan 2012 Pazartesi

Para politikasının direksiyonu, sıcak paraya teslim


Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı, yılın ikinci enflasyon raporunu açıkladı. Merkez Bankası’nın enflasyon raporu., genelde “Enflasyon tahmininde ve para politikasında değişiklik yok” şeklinde özetlendi. Aslında enflasyon raporu ve Başkan Başçı’nın sunumu, yüksek cari açık ve sıcak paraya aşırı bağımlı politikaların, ekonomiyi ne kadar kırılgan bir duruma düşürdüğünün itirafı şeklinde.
Merkez Bankası, enflasyon hedeflemesi politikasının temel aracı olarak sunulan politika faizini (haftalık repo ihalesi faizi) anlamsız ve değersiz hale getirmiş bulunuyor. Bunun yerine geniş bir faiz koridoru politikası izliyor. Fonlama faizini her gün, duruma göre düşürüyor da, aşırı ölçüde yükseltiyor da. Piyasaya verilen para miktarı da bir gün kısılıp, bir gün gevşetilebiliyor. Böylece faizler, günden güne yüzde 5 ile yüzde 11.5 arasında oynayabiliyor.
Başçı, Merkez Bankası’nın bu oynaklığının ölçüsünü ve yönünü “küresel fon akımlarının hareketin göre” ayarladıklarını söylüyor. Sıcak para gitmeye kalkarsa para politikası o gün sıkılaştırılıyor, geldiğinde ise gevşetiliyor. Bu aslında para politikasının rotasının, sıcak paranın gel-gitlerine teslim edildiğinin itirafından başka birşey değil.

28 Nisan 2012 Cumartesi

Sıfırcı gençlik neyin habercisi?


Üniversite sınavlarının birinci aşaması olan Yüksek Öğretime Geçiş Sınavları'nın (YGS) sonuçları, eğitim sisteminin neresinden tutsanız elde kalacak kadar kötü bir durumda olduğunu bir kez daha tescilledi. Öğretim sistemi nitelik açısından yerlerde sürünürken büyük bir eşitlizliği de içinde yaşatıyor ve durum her yıl daha da kötüye gidiyor.
Önce YGS sonuçlarının nasıl bir manzara çizdiğine bakalım:
  • Ham puanı 0.5'ten küçük olduğu için puanı hiç hesaplanman aday sayısı 50 bini aştı. Sınavı geçerli sayılan öğrenci sayısı 2010'a göre yüzde 23 artarken, sıfırcı öğrenci sayısı yüzde 259 arttı.
  • Özellikle matematik ve fen alanında tam bir başarısızlık var. 40 soruluk sınavda fende ham puan ortalaması 3.56. Yani 10 üzerinden not verilmeye kalkılsaydı adayların ortalama notu 1'in bile altında olacaktı. Ortalama ham puanlar matematikte 6.92, sosyalde 11.63, Türkçe'de 18. Bunları 10 üzerinden notlara çevirirsek matematiğe 2, sosyale 3, Türkçe'ye de ancak 4.5'ten 5 vermemiz gerekecekti.

23 Nisan 2012 Pazartesi

Türkiye, sert inişte dünya üçüncülüğüne aday


Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası’nın Washington’da yapılan ilkbahar toplantıları için hazırladığı raporlarda yer alan Türkiye’ye ilişkin değerlendirme ve tahminlerde kayda değer bir değişiklik yok. Türkiye tahminlerinde temelde bir değişiklik olmamakla birlikte IMF’nin Dünya Ekonomik Görünümü Raporu’nda, Türkiye’nin yerini dünyanın 184 ülkesi ile karşılaştırmalı olarak görmek mümkün.
* Türkiye 2011’de dünyanın en hızlı büyüyen 15. ülkesi oldu. Hızlı büyüyen ülkeler arasında Çin ve Arjantin dışında önemli ülke yok sayılabilir. Diğerleri Eritre, Gana, Irak, Moğolistan, Katar, Türkmenistan, Ruanda, Zimbabve gibi ülkeler.
* IMF’ye göre Türkiye 2012’de, Katar ve Türkmenistan’dan sonra dünyanın ekonomisi en hızlı yavaşlayan üçüncü ülkesi olacak. IMF’ye göre Türkiye’nin büyüme hızı, 2012’de 6.2 puan düşerek yüzde 8.5’ten yüzde 2.3’e inecek. Katar'ın büyüme hızı 12.8 puan, Türkmenistan’ın büyüme hızı ise 7.7 puan düşecek. Buna rağmen 2012’de Türkmenistan’ın büyüme hızı yüzde 7, Katar’ınki yüzde 6 ile Türkiye’nin 2-3 katı olacak.

21 Nisan 2012 Cumartesi

İşsizliğin artmasını kim engelledi?

Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) en fazla tartışılan istatistiklerinden birisi hanehalkı işgücü istatistikleri. Tarımda kayda değer bir üretim artışı olmadığı halde, TÜİK verilerine göre tarım istihdamının büyük bir artış göstermesi, en fazla kafa karıştıran ve tartışılan noktalardan birisi. Bu ilk başta kriz yüzünden işini kaybedenlerin memleketlerine dönerek tarımda çalışmaya başlamalarıyla açıklanıyordu. Ancak kriz sonrasında 2010 ve 2011’deki yüksek hızlı büyüme döneminde de aynı durum sürdü. O zaman da “kriz yüzünden köye dönüş” savıyla durumu açıklamak imkansız hale geldi. TÜİK Başkanı Birol Aydemir, İstanbul’da gazetecilerle yaptığı toplantıda bu çelişkiyi kabul ederek nedenlerini kendilerinin de araştırdıklarını ifade etti.
Son işgücü istatistiklerine göre işgücüne katılım eğiliminde son yıllara göre ani bir değişim ortaya çıktı. İşsizlik oranının 2 puana yakın düşük çıkmasını sağlayan bu değişim, yeni bir tartışma noktası olmaya aday.

16 Nisan 2012 Pazartesi

Ekonomide iniş yumuşak mı, sert mi olacak?


Şubat ayı sanayi büyümesi beklentilerin üzerinde geldi. Sanayi üretiminde yıllık artış yüzde 4.43 oldu. Mevsim ve takvim etkisinden arındırılmış sanayi üretimi endeksi, bir önceki aya göre yüzde 0.66 arttı. Bunun ardından açıklanan ödemeler dengesi verileri, cari açıkta bir gerilemenin yanısıra, sermaye hareketleri cephesinde döviz girişinde bir artış olduğunu gösterdi. Bu veriler, ilk bakışta ekonomide yumuşak iniş senaryosuyla uyumlu gelişmeler olarak yorumlandı.
Ancak verilere biraz daha ayrıntıya girerek bakınca, yumuşak iniş senaryosundan çok emin olmamak gerektiği ortaya çıkıyor. Ekonomide sert bir iniş olasılığı hiç de az değil. Mevcut verileri alt alta sıralayarak resme biraz daha yakından bakalım:

14 Nisan 2012 Cumartesi

Evlilik, kriz yarasını hala kapatamadı

Son ekonomik kriz aile kurumunu teğet geçmedi ve derin bir yara açtı. Krizin aile kurumunda yarattığı hasar, evlenme sayısındaki düşüş ve boşanmalardaki keskin artışla kendini ortaya koymuştu. Kriz sonrasında büyüme iki yıl üst üste çok yüksek düzeylere ulaştı. Buna rağmen evlilikte krizin yarattığı hasar hala sürüyor. Nüfus artışına rağmen evlenme sayısı, kriz öncesinin altında. Buna karşın boşanmalar kriz öncesinin oldukça üzerinde.

Evlenenler azaldı, boşananlar arttı

2008
2011
Değişim (%)
Evlenme adedi
 641 973
 591 582
-7.85
Boşanma adedi
 99 663
 119 343
19.75
Boşanma / evlilik oranı (%)
15.52
20.17
29.95
1000 kişi başına evlenme sayısı
9.03
8.00
-11.41
1000 kişi başına boşanma sayısı
1.40
1.61
15.27


9 Nisan 2012 Pazartesi

Yeni teşvikte üzülen il sayısı, sevinenden fazla olacak

Teşvik sistemindeki değişiklikten zararlı çıkan illerin sayısı, karlı çıkan illerin sayısından daha fazla olacak. Yeni sistemde 41 ilin normal yatırımlarda aldığı devlet desteği oranı, eskisine göre azalacak. Buna karşın yatırıma devlet desteği artacak illerin sayısı 34’te kalacak. 6 ilin durumunda ise bir değişiklik olmayacak.
Eskiden 1. bölgede yer aldığı için en az destek alan iller arasında bulunan Düzce, yeni sistemde 4. bölgeye alındığı için en karlı çıkan il olacak. Eskiden en fazla destek alan 4. bölgede yer alırken şimdi 3. bölgeye alınan Trabzon ise en fazla kaybeden il olacak. Yeni sistemde kayba uğrayan iller arasında CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun memleketi Tunceli orta sıralarda, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın memleketi Rize ise ilk sıralarda yer alıyor.

Yeni teşvikte iller için ne değişecek? / İşgücü maliyeti

İşgücü maliyetini düşürmeye yönelik desteklerde devlet gerçekleşen yatırımda istihdam edilen işçilerin SSK işçi ve işveren primleri ile gelir vergisi stopajının asgari ücrete tekabül eden kısmını üstleniyor. Bu destek belirli bir süre için uygulanıyır. Bu uygulamanın süresi, teşvik bölgelerine ve yatırımın OSB’de olup olmadığına göre değişiyor.

Yeni teşvikte iller için ne değişecek? / Faiz desteği

 Faiz desteğinde devlet yatırım için alınan krediye ödenen faizin belirli bir bölümünü, belirli bir sınıra kadar üstleniyor. Ödenecek faizin kaç puanını devletin üstleneceği, Türk Lirası krediler ve döviz kredileri için farklı uygulanıyor. Ancak  devletin üsteneceği faiz desteğinin toplamda tek bir sınırı var. İster TL olsun, ister döviz kredisi olsun, devletin üsteneceği toplam miktar belirlenen sınırı aşamıyor.

Yeni teşvik sistemi, iller açısından neyi değiştirecek? / Kurumlar vergisi

Bölgesel sektörel teşvik sisteminin uygulamasında üç değişik alanda devlet desteği sağlanıyor. Birincisi yatırıma devlet katkısı oranı ve indirimli vergi oranı, ikincisi faiz desteği, üçüncüsü ise çalışanların sigorta primi ve gelir vergisinin belirli bölümünü devletin üstlenmesi. Her üç desteğin oranı, miktarı ve uygulama süresi, teşvik bölgelerine göre değişiyor. Yeni uygulamada bunlar, yatırımın organize sanayi bölgesinde olup olmadığına göre de farklılaşabiliyor.
Vergi desteğinde devlet, teşvikli yatırım tutarının bölgelere göre değişen belirli bir oranını üstleniyor. Ancak devlet üstlendiği bu bölümü yatırımcıya nakit olarak vermiyor. Yatırım faaliyete geçtikten sonra kurumlar vergisini daha düşük bir oran üzerinden alıyor.

7 Nisan 2012 Cumartesi

Yeni sistemde teşvikler, sanıldığı gibi artmadı


Uzun zamandır beklenen yeni teşvik sistemi, iki günlük kampanya halinde açıklandı. Teşvik sisteminde yapılan değişiklikleri ilk olarak önceki gün Başbakan Erdoğan açıkladı. Dün de Ekonomi Bakanı Çağlayan açıkladı. Yeni sistemin teşviklere yaklaşımı, 2009 temmuzunda uygulamaya giren bölgesel-sektörel teşvik sistemi ile temelde aynı.  O zaman teşvikler Hazine’ye, dolayısıyla Başbakan Yardımcısı Babacan’a bağlıydı. 2009’da, kriz dönemnde açıklamayı sadece Babacan yapmıştı. Bu defa açıklamayı, Başbakan Erdoğan’ın bizzat yapması, yeni sisteme verdiği önemi gösteriyor. Burada yatırımlarını, Erdoğan için politik önemi büyük 2014’e kadar başlatanlara, yeni sistemde daha yüksek avantajlar sağlandığını hatırlatmak gerekiyor.

4 Nisan 2012 Çarşamba

Tek başına iki zammın faturası bir aylık enflasyona bedel

Elektrik ve doğalgaza gelen şok zamlar, 4 aydır çift haneye demir atan enflasyonun nisanda da çift hanede kalmasını garantiledi. Sadece elektrik ve doğalgaza gelen zamlar bile tek başına nisan enflasyonunun, mart ayı enflasyonundan daha yüksek olmasına yol açacak. TÜİK verilerine göre mart ayı enflasyonu yüzde 0.41 oldu ve yıllık enflasyon yüzde 10.43 düzeyinde sabit kaldı. Elektrik ve doğalgaz zamlarının nisan enflasyonuna katkısı 0.5 puan olacak. Yani tek başına bu iki kalem, mart ayındaki toplam enflasyondan 0.09 puan daha yüksek bir enflasyon yaratacak. Diğer kalemlerde hiç fiyat artışı olmasa bile nisanda yıllık enflasyon yüzde 10’un üzerinde kalmaya devam edecek.

Son zamların nisan enflasyonuna etkisi
Ürün
TÜFE'deki payı (%)
Zam oranı (%)
Nisan enflasyonuna katkısı (% puan)
Elektrik
3.11
8.10
0.25
Doğalgaz
1.32
18.72
0.25
Toplam
4.44

0.50

Elektrik, ÜFE’yi de çarpacak

Üretici enflasyonunda aralık ayında başlayan düşüş eğilimi martta da sürdü. Üretici fiyatlarında aylık enflasyon yüzde 0.36 oldu. Yıllık enflasyon, 0.93 puan daha gerileyerek yüzde 8.22’ye indi. Tarımda üretici fiyatları yüzde 1.16 gerilerken sanayide fiyatlar yüzde 0.69 arttı. İmalat sanayiindeki enflasyon yüzde 0.95 oldu. Petrol ürünlerindeki yüzde 5.53’lük fiyat artışının yanısıra enerji fiyatlarına duyarlı ana metaldeki enflasyonun yüzde 3.15’e çıkması dikkat çekti.

3 Nisan 2012 Salı

Sıcak parayla hormonlu büyüme, cari açığa çifte rekor kırdırdı


2011 yılı büyüme hızı ise geçen yıla göre sadece 0.67 puan azalarak yüzde 8.49 oldu. Böylece Türkiye, bütün fren çabalarına rağmen dünyanın en hızlı büyüyen ülkeleri arasında kalmaya devam etti. Sıcak parayla şişirilen yüksek büyüme, cari açığın da çifte rekor kırmasına yol açtı. Cari açık hem miktar olarak, hem de milli gelire oranı açısından tarihinin en yüksek düzeyine çıktı. Cari açık 2011’de yüzde 65.4 ve 30.5 milyar dolar artarak 77.2 milyar dolar ile 2010’daki rekorunu açık ara ile yeniledi. Cari açığın milli gelire oranı da yüzde 10 ile tarihin en yüksek düzeyine çıktı.
Cari açığın milli gelire oranı 2010’a göre 3.6 puan birden arttı. Yılın son çeyreğine ait cari açığın milli gelire oranı da bir önceki çeyreğe göre 1.1 puan artarak yüzde 8.9’a yükseldi.

2 Nisan 2012 Pazartesi

Tarımda çalışan başına verimlilik düşerken istihdam nasıl arttı?

Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) açıkladığı 2011 yılı tarımsal üretim tahminleri, tarımdaki istihdam artışı konusundaki soru işaretlerini yeniden gündeme getirdi. TÜİK’in verilerine göre tarımda çalışan başına üretim miktarı 2010’da olduğu gibi geçen yıl da düşmeye devam etti. Tarımda çalışan kişi başına üretim miktarında iki yılda meydana gelen düşüş yüzde 12’yi geçti.
Tahıllar, patates, kuru baklagiller, yağlı tohumlar, tütün, şeker pancarı, pamuk ve eczacılıkta kullanılan ürünlerden oluşan tarla bitkilerinin üretimi geçen yıl ton olarak yüzde 1.57 arttı. Geçen yıl üretim artışı sebzede yüzde 5.96, meyvede yüzde 3.52 oldu. Çayda ise yüzde 5.70’lik bir düşüş yaşandı. Ancak çayda 2010 yılında yüzde 18.33’lük bir artış olduğunu da dikkate almak gerekiyor. Bunların hepsini topladığımızda bitkisel üretimdeki toplam artış yüzde 2.88’de kalıyor. Buna karşın geçen yıl tarım istihdamındaki artış yüzde 8.09 ile üretim artışının neredeyse üç katını buldu.

31 Mart 2012 Cumartesi

Eğitimde 4+4+4 sistemi, adaletsizliği iyice artıracak

Türkiye’de eğitim sisteminin ana sorunları nicelik ve nitelik olarak yetersiz olması ile adaletsiz olmasıdır.
Nicelik alanında nüfusun ortalama eğitim süresi 6.5 yıldır. Bu OECD ve Avrupa ülkelerine göre çok kısadır. Ortaöğrenimde okullaşma oranı düşüktür. Okul öncesi eğitimdeki okullaşma oranı ise çok kötü bir düzeydedir. Derslik ve öğretmen başına düşen öğrenci sayısı çok yüksektir. Nitelik alanında PISA göstergelerine göre öğrencilerin fen, matematik ve okuduğunu anlama alanındaki dereceleri OECD’nin en kötüleri arasındadır.
Adalet alanında ise durum tam anlamıyla içler acısıdır. Eşitsizliğin en yüksek boyuta çıktığı alan eğitimdir. Gelir dağılımında en yoksul yüzde 20’lik grup ile en yüksek yüzde 20’lik grup arasında en büyük uçurum eğitim harcamalarında. En yoksul yüzde 20, eğitime en zenginin ancak 18'de biri kadar harcama yapabiliyor. En yoksul yüzde 20 içinde yer alan aileler, toplam eğitim harcamaları içinde sadece yüzde 3.35 pay alırken, en zengin yüzde 20 eğitim harcamalarının yüzde 60.18’ine sahip.

26 Mart 2012 Pazartesi

Cari açığı kim patlattı: Hükümet mi, vatandaş mı?

Kalkınma Bakanlığı’nın sürdürülebilir büyümede yurtiçi tasarrufların rolü konulu raporuyla birlikte yurtiçi tasarrufların nasıl artırılacağı üzerine tartışmalar arttı. Dünya Bankası’nın katkılarıyla çoğunluğu Türk akademisyenler ile Merkez Bankası ve Kalkınma Bakanlığı uzmanları tarafından hazırlanan rapor, mevcut durumun genel bir resminin çekilmesinin yanısıra bazı politika önerileri sunuyor.
Yurtiçi tasarruf dinamiklerinin nasıl geliştiği, tasarrufları artıran ve azaltan faktörlerin neler olduğu ve çözüm önerileri konusunda raporda şimdiye dek duymadığımız pek yeni bir fikir yok. Onyılladır bu konu ne zaman gündeme gelip tartışılsa, benzer tesbit ve öneriler ortaya çıkar.
Rapor, özel tasarrufların düşük kalmasında gelir dağılımı, yüksek işsizlik, düşük işgücüne katılım oranı, kadın istihdamının düşük olması, düşük eğitim düzeyi ve yüksek kayıtdışılık gibi sosyo ekonomik sorunların etkisini kabul ediyor. Buna karşın rapor, iş çözüm önerilerine gelince, sosyo ekonomik sistem ve ekonomi politikalarını eleştirmeyi kaçınılmaz olarak gerektiren bu konulara girmiyor. Öneriler, bu temel alan yerine ağırlıklı olarak finansal alandaki mikro önlemlerle sınırlandırıyor.

24 Mart 2012 Cumartesi

İş kazalarını ancak güçlü sendika durdurur

Osmaniye’deki baraj kazasının hemen ardından İstanbul’da yaşanan 11 inşaat işçisinin hayatını kaybettiği yangın filaketi iş kazaları ve iş güvenliği konusunu tekrar gündeme taşıdı. Çeşitli kesimler olaşın suçluları, nedenleri üzerine farklı açıklamalar yaptı. Bakanlık yetkilileri denetimlerin artırılacağından ve acil olarak çıkartılacağı söylenmesine rağmen aylardır bekleyen yasanın artık çıkarılacağını söylediler.
Çalışma Bakanlığı’nın elinde tarafların üzerinde uzlaşma sağladığı bir İş Sağlığı ve Güvenliği Yasa Tasarısı var. Başbakan Erdoğan eylül ayında İstanbul’da yapılan 19. İş Sağlığı ve ve Güvenliği Kongresi’nde bu tasarının ivedilikle yasalaşacağını söyledi. Ancak aradan 6 ay geçmiş olmasına rağmen değişen bir şey yok. Ama bu arada örneğin MİT mensuplarının yargılanmasını düzenleyen bir yasa birkaç gün içinde çıkartılabildi. Eğitim sistemi gibi çok taraflı ve devasa bir alanda bir yasa, taraflarla bile görüşülmeden neredeyse çıkmak üzere.
Konu iş güvenliğine gelince yasalar da denetimler de ayak sürüyor. Ama bu arada kazalar ve ölümler hiç de ayak sürümüyor.

17 Mart 2012 Cumartesi

TÜİK yoksulluk verilerini derin dondurucuya attı

Gazetelerde dün Adana’da 26 yaşında genç bir kadının, biri 6 yaşında diğeri sadece 6 aylık iki çocuğunu geride bırakarak kendini astığını okuduk. Emine Akçay’ın evinde inceleme yapan polis, “Evde yağ bile yok” dedi. Komşuları bebeği üşüyen genç kadının son 6 lirası ile odun almak istediğini, oduncunun “6 liraya odun mu olur?” diyerek kendisine para almadan 10 kg odun verdiğini anlattılar.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), tam da gazetelerde genç bir kadının yoksulluktan intihar ettiği haberlerini okuduğumuz gün, yoksulluk verilerini “açıklamayacağını” açıkladı. TÜİK 2010 yılı yoksulluk göstergesi olarak sadece 6 rakam açıklamakla yetindi. Satınalma gücü paritesine göre günlük harcama miktarı 2.15 dolar ve 4.3 doların altında olanların toplam nüfus içindeki payları Türkiye, kent ve kır ayrımında açıklandı.
Oysa daha önceki yıllarda yoksulluk konusunda açıklanan tablo sayısı bile, bu yıl açıklanan rakam sayısından fazlaydı. 2.15 ve 4.3 dolar sınırına göre hesaplananların dışında TÜİK’in daha önce açıklayıp da bu yıl açıklamadığı veriler arasında şunlar yer alıyor.

12 Mart 2012 Pazartesi

Sanayi üretimindeki yavaşlama neyin sinyalini veriyor?

Ocak ayı sanayi üretimi, beklentilerin altında kaldı. Sanayi Üretimi Endeksi’nin yıllık artış hızı ocakta yüzde 1.48’e geriledi. Sanayi üretimi artış hızı, Kasım 2009’dan bu yana son 26 ayın en düşük hızı. Yani 2008-2009 krizinden çıkıldıktan sonraki en düşük üretim artış hızı ile karşı karşıyayız. Takvim etkisinden arındırılmış sanayi üretim endeksi de Ekim 2009’dan bu yana 27 aydır ilk kez bir önceki yıla göre düşüş gösterdi.
Aylık değişimlere bakarsak, sanayi üretimi aralık ayına göre yüzde 14.96’lık bir düşüş gösterdi. Ancak sanayi üretiminin aralığa göre düşüş göstermesi, mevsimsel bir özellik. Bu nedenle mevsim ve takvim etkisinden arındırılmış endekse bakmak daha iyi bir fikir verebilir. Mevsim ve takvim etkisinden arındırılmış endeks de aralık ayına göre yüzde 3.05 düştü. Mevsim ve takvim etkisinden arındırılmış endekste Ocak 2009’dan bu yana yani 36 aydır, bu kadar yüksek bir düşüş görülmemişti.

10 Mart 2012 Cumartesi

Çalışanlar, üretim ve cirodaki artıştan payını alamadı

Ekonomi iki yıldır üst üste çok hızlı büyüme kaydetti. Türkiye, büyüme hızında 2010’da olduğu gibi 2011’de de dünyada ilk sıralarda yer aldı. Bu büyüme istihdamda da önemli bir artışı beraberinde getirdi. Ancak hızlı büyümeyi sırtlayan çalışanların, büyümeden paylarını yeterince aldıklarını söylemek zor. Hatta çalışanlar aleyhine olan bu dengesizlik 2010 yılına göre daha da arttı.
Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) açıklaığı üretim, ciro, istihdam, çalışılan saat ve ücret-maaş endekslerinin 2011 yılındaki seyrini karşılaştırdığımızda, çalışanlar aleyhine olan bu dengesizliği görebiliyoruz. Sanayi sektörleri için bu endekslerin tamamı elimizde. Ticaret ve hizmet sektörleri ile inşaat sektöründe yılın son çeyreğine ilişkin veriler henüz açıklanmadı. Ancak yılın ilk üç çeyreğine ilişkin verilere baktığımızda, bu sektörlerdeki girişi de görmek mümkün.

5 Mart 2012 Pazartesi

Ekonomik kriz tekelleşmeyi nasıl etkiledi?

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), sanayi ve hizmet sektörlerinde yoğunlaşmaya ilişkin 2009 yılı verilerini yayınladı. Bu veriler, sektörleri yoğunlaşma düzeyleri bakımından karşılaştırmamıza imkan veriyor.
Sektördeki ilk 4 girişimin sektör cirosunun yüzde 70’ten fazlasına sahip olması durumunda sektördeki yoğunlaşma, yani tekelleşme “çok yüksek”, yüzde 50-70 arasındaysa “yüksek” kabul ediliyor. Bu oran yüzde 30-50 arasındaysa yoğunlaşma düzeyi “orta”, yüzde 30”dan düşük ise “düşük” sayılıyor.
TÜİK 2009 yılı araştırmasında, 2008 yılında kullandığı sektör sınıflamasını değiştirdiği için iki yılın verilerini karşılaştırmada güçlükler var. Ancak yine de birçok alt sektör büyük ölçüde çakıştığı için 2008 ve 2009 yılları arasındaki değişimi anlamak mümkün.
Verileri incelediğimizde 2009’daki ekonomik krizin, sektörlerdeki yoğunlaşma eğilimini farklı şekillerde etkilediği görülüyor.

3 Mart 2012 Cumartesi

Kriz ve düşük ücret, işgücüne katılımı hızlandırdı

Türkiye İstatistik Kurumu 2011 yılı istihdam verilerini açıkladı. Yüksek büyüme hızına bağlı olarak istihdam artışı da yüksek seyretti. Buna paralel olarak işsizlik oranı 2010’daki gibi 2.1 puan daha gerileyerek yüzde 9.8’e indi. Az farkla tek haneye inen işsizlik oranı, aynı zamanda kriz öncesi düzeyin de altına gerilemiş oldu.
İstihdam hareketlerinde son dönemin en çarpıcı gelişmelerinden birisi işgücüne katılımın hızlanması oldu. Burada kadınların da önemli bir payı var. İşgücüne katılım eğiliminde, son krizle birlikte çok keskin bir dönüş ortaya çıktı. 2009’dan bu yana işgücüne dahil nüfustaki artış, çalışma çağı nüfusundaki artışın üzerine çıktı. Yani çalışma çağına gelenlerin ezici çoğunluğu, işgücüne katılırken, eskiden çalışacak durumda olmasına rağmen çalışmayanlar da iş aramaya başlamışlar.

27 Şubat 2012 Pazartesi

Yunanistan kurtarılıyor mu, batırılıyor mu?

Yunanistan borç krizinde daha birinci kurtarma paketinin mürekkebi kurumadan ikinci paket imzalandı. Birinci paketin, sorunu çözmekten çok uzak olduğu belliydi. Piyasalarda kısa süreli bir iyimser hava estirmekten başka bir işe yaramadı. İkinci paketin akibetinin birinciden farklı olacağını, paketin mimarları bile kesin olarak söyleyemiyorlar. Yananistan’a çıkartılan çok ağır faturaya rağmen sonuçtan kimse emin değil.
Zaten paketin amacının da Yunanistan’ın sorununu çözmek değil karantinaya almak olduğu anlaşılıyor. Almanya’nın başını çektiği Euro liderlerinin asıl amacı, borçları zamanında ödeyememe tehlikesinin Portekiz gibi diğer sorunlu ülkelere sıçramasını önlemek. Çünkü böyle bir durumda başta Alman ve Fransız bankaları büyük zararlar yazacaklar.
Yunanistan kurtarma paketleriyle yapılan da zaten Yunanistan’ı değil, başta Alman ve Fransız bankaları olmak üzere dev finans kuruluşlarını kurtarmak.

25 Şubat 2012 Cumartesi

Yoksul illerin enflasyonu daha yüksek

Geçen yıl enflasyon çift haneye çıkarken, enflasyon farkları, zengin ve yoksul iller arasındaki uçurumu daha da artıracak şekilde çalıştı. En zengin İstanbul’un enflasyonu en düşük çıkarken, enflasyonun en yüksek olduğu illerin doğudaki yoksul iller olması dikkat çekti. İstanbul yüzde 9.81, Bursa, Eskişehir ve Bilecik illerini kapsayan TR41 bölgesi ise yüzde 9.88 ile enflasyonun en düşük olduğu bölgeler. Buna karşın en yüksek enflasyon yüzde 12.07 ile Erzurum, Erzincan ve Bayburt’ta gerçekleşti.
Buna karşın enflasyonun mart ayında dip yapmasından sonra yaşanan hızlanmadan en zararlı çıkan bölge Kocaeli, Sakarya, Düzce, Bolu ve Yalova oldu. Bu bölgede şubat ayında yüzde 2.68’e kadar düşen yıllık enflasyon aralığa kadar 8.18 puan artarak yüzde 10.86’ya çıktı. Konya-Karaman bölgesinde ise Mart-Aralık arasında enflasyon 4.77 puan ile en düşük artışı kaydederek yüzde 9.89’a çıktı.
Bölgeler arası enflayon farkı, hizmet sektörlerinde en yüksek düzeye çıkıyor. Mal grupları içerisinde ise bölgeler arası enflasyon farkı, giyim ve ayakkabı ile ev eşyası alanında en yüksek düzeye çıkıyor.

20 Şubat 2012 Pazartesi

Bu resim, 2012 çok zor geçecek diyor

2011’in ekonomideki birinci gündem maddesi yüksek cari açık ve onun yarattığı kırılganlıktı. Bu kırılganlık ekonominin döviz giriş ve çıkışlarından aşırı ölçüde etkilenmesine neden oldu. İçeride piyasalar ve ekonomi, dışarıdaki en küçük bir dalgalanmadan bile fazlasıyla etkilenmeye başladı. Öyle ki Merkez Bankası bile bir hafta önce açıkladığı bir planı, ertesi hafta tam tersi yönde değiştirecek hale düştü.
Açıklanan veriler ışığında dış ticaret, cari işlemler ve sermaye hareketleri alanında 2011 yılının karnesi ana başlıklarla şöyle:

18 Şubat 2012 Cumartesi

Doktoralı hamal, yüksek lisanslı temizlikçi almak ister misiniz?

Türkiye İş Kurumu (İŞKUR) iş aramak için kendisine başvuruda bulunanlara ilişkin istatistikleri aylık olarak yayınlıyor. Bu istatistikler arasında kayıtlı işsizlere ilişkin veriler de bulunuyor. İŞKUR’un yayınladığı aylık verilerde mesleklere, yaşa ve eğitim durumuna göre kayıtlı işsizlerin dağılımını görmek mümkün.
İşsizlik ekonomik ve sosyal alandaki en büyük yaralardan birisi. İŞKUR’un eğitim durumuna göre kayıtlı işsiz verilerine baktığımızda bu yaranın ne kadar trajik hale geldiğini de görüyoruz. Bu trajedinin bir yanında yüksek işsizlik diğer yanında ise eğitim sistemi ile istihdam arasındaki kopukluk yer alıyor.

13 Şubat 2012 Pazartesi

2011 dış ticareti, krizdeki ülkelere karşı bile yenik düştü

2011 yılı dış ticaret verilerinin açıklanmasıyla Türkiye’nin krizdeki ülkeler karşısındaki dış ticaret karnesi de ortaya çıktı. Krizden etkilenen ülkelerin ekonomilerinde daralma beklendiği için Türkiye’nin bu ülkelere ihracatının da olumsuz etkilenmesi bekleniyordu. Gelişmeler büyük ölçüde bu doğrultuda oldu. Ancak krizdeki ülkelerin Türkiye’ye yaptıkları ihracat, krizden pek etkilenmedi. Sonuç olarak Türkiye, krizdeki ülkeler karşısında hem ihracat, hem de ithalat cephesinde kaybetti. Toplamda Türkiye’nin dış ticareti, kriz ülkeleri karşısında 2011 yılını mağlubiyetle kapattı.

11 Şubat 2012 Cumartesi

Tinerci çocukları kim yetiştiriyor?

İlk gençliğini 1960’ların ortalarında yaşayan bizim kuşağın taşralı çocukları, onları Kemalettin Tuğcu’nun bizi gözyaşlarına boğan romanlarından öğrendiler. O zamanki adları “Köprüaltı çocukları” idi. Tuğcu’nun  açlık, yoksulluk, sefalet içinde ayakta kalmaya çabalayan o çocuklar, karşılaştıkları tüm sevgisizlik, haksızlık ve zalimliklere rağmen iyi ve temiz kalmak için direniyordu.
Şimdi onları  “sokak çocukları”, bazen de “tinerci çocuklar” adıyla tanıyoruz. Kolombiya’da “yatak böcekleri”, Brezilya’da “marjinaller”, Peru’da “meyva kuşları”, Ruanda’da “kötü çocuklar”, Kamerun’da “sinekler”, Vietnam’da “toz böcekleri” diyorlar onlara.
Türkiye’deki tinerci çocuklar ve sokak çocukları kimlerdir? Bu çocuklar nasıl ortaya çıkıyor, onları kim yetiştiriyor?