30 Temmuz 2012 Pazartesi

Sanayi devlerinin performansı, neden ekonomiyle aynı değil?


İstanbul Sanayi Odası’nın Türkiye’nin en büyük 500 sanayi kuruluşu araştırması, sanayi devlerinin yapısal zaaflarını bir kez daha ortaya koydu. Verimlilik ve mali yapıda zayıflıkları olan sanayi devleri, dönemsel dalgalanmalardan aşırı ölçüde etkileniyorlar. Finansal yapıdaki bozukluklardan ötürü de en fazla da finansal alandaki dalgalanmalardan etkileniyorlar. Bu yüzden de 500 büyüğün performansı, reel ekonominin durumuyla taban tabana ters hareketler gösterebiliyor. Örneğin ekonominin küçüldüğü zamanlarda karları artan sanayi devleri, ekonominin hızla büyüdüğü yıllarda aynı kar artışını gösteremeyebiliyor.
Bunun temel nedeni iç içe geçen ve birbirini besleyen yapısal bir zaaf. Bir yanda sanayi devlerinin verimlilikleri yetersiz, diğer yanda da borçluluk oranları yüksek. Borçluluk oranının yüksek olması, faizlerdeki oynamalardan şirketlerin aşırı ölçüde etkilenmesine yol açıyor. Bu yıl faizlerin biraz yükselmesi, sanayi devlerinin karlarında ciddi bir aşınmaya yol açtı.

28 Temmuz 2012 Cumartesi

Üniversite sınavına giren 5900 öğrenci liseyi kazanacak!


Üniversite sınavına giren 5900 öğrenci liseyi kazanacak! Şaka gibi ama gerçek. Bunu kim söylerse söylesin inanmak mümkün değildi. Ama söyleyen Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi (ÖSYM) olunca iş değişiyor. Bu bilgi, ÖSYM’nin, üniversite sınavına giren öğrencilerin tercihlerini yapmalarına yardımcı olmak üzere yayınladığı kontenjan kılavuzunun dipnotlarında yer alıyor.
Kılavuzda sınavsız geçişle öğrenci alacak bazı önlisans programlarının karşısında parantez içinde (Bk 309), (Bk 450) gibi notlar var. Bu notların ne olduğuna bakacak olursanız şöyle ifadelerle karşılaşıyorsunuz:
* “Bu programa kayıt olan öğrencilerin önlisans eğitim-öğretimleri, Midyat EML’de gerçekleştirilecektir.”
* “Bu programa kayıt olan öğrencilerin önlisans eğitim-öğretimleri, Batman TL’de gerçekleştirilecektir.”
Bu örneklere bakıp garabetin sadece Güneydoğu’da yaşandığını sanmayın. Türkiye’nin her yerinden örneklere rastlamak mümkün.

23 Temmuz 2012 Pazartesi

Bütçe bir ayda övünecek halden, dövünecek hale geldi


Ekonomi yönetiminin en fazla övündüğü konuların başında bütçe dengesi geliyor. Mayıs ayı 4.6 milyar TL gibi az görülecek bir bütçe fazlası kaydedilmişti. 5 aylık bütçe dengesi de sadece 432 milyon liralık küçük bir açık gösteriyordu. 5 aylık bütçe de dengde sayılırdı.
Haziran ayına gelince manzara aniden değişti. Mayısta 4.6 milyar TL fazla veren bütçe, bir anda 6.3 milyar TL açık verdi. Oysa bütçe sadece mayıs ayında değil geçen yılın haziranında da 3.1 milyar lira fazla vermişti. Haziran ayındaki yüklü açıkla birlikte bütçe, yılın ilk yarısını da 6.7 milyar lira açıkla kapatmak durumunda kaldı.
Haziran ayına gelene kadar bütçe performansıyla övünen Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, bu kez sosyal güvenlik açıklarından, zorlu kış koşulları nedeniyle yapılan afet yardımlarından, yerel yönetimlere yapılan aktarımlardan, Devlet Demiryolları’nın yatırımları için verilen 1.9 milyar liradan yakındı. Hatta Maliye Bakanı Şimşek’in yakınmalarından vergi artışı sinyali çıkartanlar bile oldu.
Bütçenin bir anda ak iken karaya dönmesi, dışı dengede gözükse de içinin sağlam olmamasından kaynaklanıyor. Bütçenin üzerine oturduğu yapısal dengesizlikler, onu son derece kırılgan hale getiriyor. Bu durum da bütçeyi her rüzgardan aşırı ölçüde etkilenmesine yol açıyor.

21 Temmuz 2012 Cumartesi

OECD’nin gerçek işsizlik şampiyonu Türkiye


Ekonomi yönetiminin özellikle her yurtdışı seyahatı dönüşünde kriz sonrası işsizlik oranında sağlanan düşüşte Ekonomik İşbirliği ve kalkınma Örgütü (OECD) içinde en başarılı ülkenin Türkiye olduğunun altını çizerler.
İstihdam ve işsizlik sorununa sadece hesaplanan işsizlik oranı ile sınırlı bakarsak manzara böyle gözüküyor. Türkiye’de işsizliğin zirveye çıktığı 2009 yılını temel alırsak iki yılda işsizlik oranında OECD verilerine göre 4.3 puanlık bir düşüş var. Bu süre içinde OECD’de ortalama işsizlik oranı sadece 0.2 puan gerilemiş dorumda. Ancak bunda krizin ikinci dalgasının vurduğu Avrupa’nın birçok ülkesinde işsizlik oranının 2009’dan daha yüksek olmasının da büyük rolü var.
İşsizlik oranı hesaplanırken, çalışabilir durumda olduğu halde iş aramayan işsizler hesaba katılmıyor. Bu yüzden boşta gezen ama iş aramayanların sayısı arttıkça işsizlik oranının düşmesi gibi garip bir durum ortaya çıkıyor. Türkiye’nin işsizlik oranını “güzelleştiren” de işte bu grup.

17 Temmuz 2012 Salı

İşsizlik kadın makyajıyla “güzelleşti”


·                           Sanayi ve hizmetlerdeki duraklamaya karşın tarım ile inşaatta istihdamın geçen yıldan da hızlı artması, nisanda işsizlik oranının yüzde 9’a inmesini sağladı. İşsizlikteki düşüşte ev kadınlarının ücretsiz aile işçisi olarak tarımda çalışmaya başlamaları belirleyici oldu.
·                            

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), mart, nisan ve mayıs aylarının ortalamasını yansıtan nisan döneminde işsizlik oranının hem marta hem de geçen yıla göre 0.9 puan gerileyerek yüzde 9’a indiğini açıkladı. İşsiz sayısı geçen yıla göre 220 bin, marta göre 190 bin kişi azalarak 2 milyon 425 bin oldu. Yatay bir seyir izleyen mevsim ve takvim etkisinden arındırılmış işsizlik oranı ise marta göre 0.04 puan gibi küçük bir gerilemeyle yüzde 9.03 oldu.

16 Temmuz 2012 Pazartesi

İç talep, kısa vadeli dış borçları ateşledi


Yılın ilk çeyreğinde iç talep yerinde saymış ve büyümeye katkısı 1 puanın bile altına inmişti. Geçen iki yılda büyüme, sırtını tamamen iç talebe dayamıştı. İç talep, sıcak para ile balon gibi şişerken cari açık tehlikeli düzeylere çıkmıştı. Bu durum ekonomik yapıda büyük bir dengesizliğin göstergesiydi. Ancak ilk çeyrekte durumun tam tersine dönmesi ve iç talebin sert fren yapması da bir dengelenme değil yeni bir dengesizlik haliydi.
İlk çeyreğe damgasını vuran bu manzara, mart ayında sıcak para girişinin artmasıyla birlikte değişmeye başladı. Nisan ve mayıs verileri, iç talepteki hareketlenmenin sürdüğünü teyid etti. Özellikle mayıs ayına ilişkin sanayi üretimi ve dış ticaret verileri, iç talepte hızlı bir hareketlenmeye işaret ediyor.

14 Temmuz 2012 Cumartesi

100 milyonluk Türkiye rüyasıyla nereye kadar?


Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), Dünya Nüfus Günü nedeniyle Türkiye ve dünyadaki nüfus eğilimleri hakkında küçük bir rapor yayınladı. TÜİK’in tahminlerine göre Türkiye’nin nüfusu 2050 yılında bile 100 milyona ulaşamayacak. TÜİK tahminlerine göre Türkiye’nin nüfus artış hızı giderek yavaşlayacak ve nüfusu 2050 yılında 94.6 milyon kişiye ulaşacak.
“100 milyonluk Türkiye” sloganı politikacıların, toplumun ulusal grurunu okşamak için oldukça sık kullandıkları kalıp ifadelerden birisi. Uluslararası alanda büyüklük ve güç ifadesi olarak kullanılan bu sloganın dayandığı mantık, “Nüfusumuz fazla olursa, kimse bize kafa tutamaz” şeklinde özetlenebilir. Bu çağda artık nüfus büyüklüğünün, dünya ölçüsünde etkin bir ülke olmaya yetmeyeceği açık. Nüfusun fazla olması, ekonomik ve sosyal olarak gelişmiş ve sağlam bir ülke olmaya yetmiyor.

10 Temmuz 2012 Salı

Mayısta sanayiyi ihracat değil iç talep gazladı


·                           Sanayi üretimi mayısta geçen yıla göre yüzde 5.9, nisana göre yüzde 7.46 artarak beklentileri aştı. Nisana göre hem üretim, hem de ithalatın, ihracattan daha hızlı artması, mayıstaki hareketlenmede iç talebin belirleyici olduğunu gösteriyor. Yılın ilk çeyreğinde durgun olan iç talebin ikinci çeyrekte hareketlendiği görülüyor.
Sanayi üretimi, mayısta bir önceki yıla göre yüzde 5.9 artarak beklentileri aştı. Bu sanayi üretiminde son 6 ayda görülen en yüksek yıllık artış oldu. Sanayi üretimi nisan ayına göre de yüzde 7.46 arttı. Mevsim ve takvim etkisinden arındırılmış sanayi üretimi endeksi de nisan ayına göre yüzde 1.06 yükseldi. Mevsim ve takvim etkisinden arındırılmış sanayi üretim endeksi, bir önceki aya göre 4 aydır kesintisiz olarak artıyor.

9 Temmuz 2012 Pazartesi

Buna ekonomide dengelenme oldu diyebilir miyiz?


Sırtını sıcak parayla beslenen hormonlu büyümeye dayayan ekonomi politikaları, cari açığı en yüksek risk odağı haline getirdiği için ekonomi tartışmalarının ana ekseni iç ve dış talep dengelenmesine kaymış durumda. 2012 yılı ilk çeyreğinde iç talep artışının büyümeye katkısı düşerken ihracat artışı ve ithalattaki düşüşün katkısının belirleyici hale gelmesi, kimilerince ekonomide dengelenmenin sağlandığının bir göstergesi olarak sunuldu. Gerçekten veriler, bize ekonomide bir dengelenme olduğunu ve sağlam bir zemine oturduğunu söylüyor mu?
Önce iç talep cephesine bakalım. İlk çeyrekte toplam yatırım ve nihai tüketim harcamalarından oluşan ilk talepteki büyüme yüzde 0.9’a indi. Özel kesimde talep artışı ise yüzde 0.4’e kadar düştü. Devletin harcamalarını yüzde 4.7 artırması, ortalamanın biraz daha yüksek olmasını sağladı. Yılın ilk çeyreğinde iç talep büyümeye sadece 1 puanlık bir katkı yaptı. Bunun da 0.4 puanı özel kesimden, 0.6 puanı devletten geldi.
Dış talep cephesine gelince ihracat milli gelir anlamında yüzde 13.2 artarken ithalat yüzde 5 geriledi. Böylece ihracat büyümeye 3 puan, ithalattaki düşüş de 1.55 puan katkı yaptı. Net dış ticaretin toplam katkısı 4.55 puana çıktı.
İç talebin, devlet katkısındaki artışa rağmen sadece yüzde 0.9 büyümesi, ekonomi için sağlam bir zemin sayılabilir mi? Nasıl ki büyümenin tamamen veya ezici ağırlıkla iç talebe dayalı olması bir dengesizlikse, iç talep artışının bu kadar düşmesi de bir dengesizlik halidir. Nitekim 2001 ve 2008-2009 kriz dönemleri dışında iç talep artışının ve iç talebin büyümeye katkısının bu kadar düştüğü bir dönem yok. Yani iç talep büyümesinin düştüğü yer, ancak kriz dönemleriyle karşılaştırılacak bir düzeyde.

7 Temmuz 2012 Cumartesi

Büyüme yavaşlarken gelir dağılımı nasıl etkilenecek?


Yılın ilk çeyreğine ait büyüme verileriyle birlikte hanehalkı tüketim harcamalarına ilişkin veriler de açıklandı. Hanehalkı tüketim harcaması verileri, bireysel tüketim harcamalarının büyümeye ne kadar katkı yaptığının yanısıra ailelerin harcamaları arasındaki dengesinin nasıl değiştiği hakkında da bilgi veriyor. Ayrıca büyüme hızındaki değişimlerin, ailelerin tüketim tercihlerini nasıl etkilediği hakkında fikir sahibi oluyoruz.
Ekonomi geçen yılın son çeyreğinden başlayarak belirgin bir yavaşlama sürecine girmiş durumda. Büyüme hızı, geçen yılın son çeyreğinde yüzde 5.2’ye, bu yılın ilk çeyreğinde ise yüzde 3.2’ye geriledi. Bireysel tüketim harcamalarındaki hız kaybı daha yüksek oldu. Bireysel tüketim harcamalarının artış hızı geçen yılın son çeyreğinde yüzde 3.4’e indikten sonra ilk çeyrekte yerinde saydı. Türkiye’de yaşayanların yurtiçi tüketimi, geçen yılın son çeyreğinde yüzde 3.54 artarken bu yılın ilk çeyreğinde sadece yüzde 0.4 artabildi. Türkiye’de yaşayanların yurtdışı harcamaları ise son çeyrekte yüzde 8.9 düştükten sonra bu yılın ilk çeyreğinde yüzde 39.5 gibi keskin bir düşüş gerçekleştirdi.

3 Temmuz 2012 Salı

Büyüme fren yaptı, cari açık yapmadı


Yılın ilk çeyreğinde iç talep keskin bir fren yaparken ihracattaki artış ile ithalattaki azalma ekonominin yüzde 3.19 büyümesini sağladı. Mevsim ve takvim etkisinden arındırılmış üç aylık milli gelirin bir önceki çeyreğe göre artışı da yüzde 0.18 düzeyinde kaldı. Mevsim ve takvim etkisinden arındırılmış yıllık milli gelirin bir önceki çeyreğe göre artışı ise yüzde 0.63’e geriledi. Bu artış, yıllık yüzde 2.54’lük bir büyüme hızına karşılık geliyor.
İç talebe dayalı yüksek büyüme dönemi sona ererken, büyümenin seyri dış ticaretteki gelişmelere bağlı hale geldi. Önümüzdeki dönemde dış ticaretin büyümeye katkısının azalma ihtimali, büyümede sert iniş senaryolarını canlı tutuyor. Buna rağmen cari açığın milli gelire oranı tehlikeli düzeyde kalmaya devam etti.

2 Temmuz 2012 Pazartesi

Avrupa borç krizi zirvesinden çıkan pakette para yok


Geçen hafta Avrupa borç krizinin çözüm planı için yapılan liderler zirvesine Almanya Başbakanı Merkel çok katı bir tutumla girdi. Merkel’in duruşu, zirveden beklentileri azalttı. Zirve cuma sabaha karşı anlaşma ile sonuçlanınca piyasalar adeta uçuşa geçti. Zirve sonuçları İtalya ve İspanya için zafer, Merkel için bir U  dönüşü olarak yorumlandı.
Ancak konu biraz daha yakından irdelenirse, borç krizinin çözümünde birçok temel sorunun hala yanıtsız olduğu görülüyor. Ayrıca ortaya çıkan sonuç ne İtalya için bir zafer, ne de Almanya için yenilgi olarak nitelenebilir durumda değil. İtalya ve İspanya’nın kazandık dediği noktaların hayata geçmesi zamana ve şartlara bağlı. Kaybetti denen Almanya ise zamana yayılan bütün bu sürecin her aşamasını kontrol etme ve veto etme imkanını elinde tutuyor.